Denizcinin anasayfası

Atatürk’ün yazdığı Nutuk kayıtlarından özetler

Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu ve Lozan Barış Konferansı ile ilgili süreç...

Samsun’a çıktığım gün genel durum ve görünüş

1919 Yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir:

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateş kes antlaşması imzalanmış. Büyük Savaş’ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Millet ve memleketi I. Dünya Savaşı’na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.

Delmar Safety

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…

İhtilaf Devletleri, ateşkes antlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli bulmuyorlar. Birer bahane ile İhtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana İli Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Gaziantep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile özel ajanlar faaliyette. Nihayet konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İhtilaf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu da İzmir’e çıkartılıyor.

Bundan başka, memleketin her tarafında Hıristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel emel ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar.

Sonradan elde dilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır. Ki, İstanbul Rum Patrikhanesi’nde kurulan Mavri Mira Hey’eti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, gösteri toplantıları ve propagandalar yaptırmakla meşgul, Yunan Kızılhaç’ı ve Resmi Göçmenler Komisyonu, Mavri Mira Hey’eti’nin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli, Mavri Mira Hey’eti tarafını olan yönetilen Rum okullarının izni teşkilatları, yirmi yaşından yukarı gençleri de içine almak üzere her yerde kuruluşunu tamamlıyor.

Ermeni Patriği Zazen Efendi de Mavri Mira Hey’eti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi ilerliyor. Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan 4 İstanbul’daki merkeze bağlı bulunan Pontus Cemiyeti hiçbir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.

Bunlara karşı düşünülen kurtuluş çareleri

Durumun dehşet ve korkunçluğu karşısında, her yerde, her bölgede birtakım kimseler tarafından kurtuluş çareleri düşünülmeye başlamıştı. Bu düşünce ile yapılan teşebbüsler bir takım kuruluşları doğurdu. Örnek olarak, Edirne ve çevresinde Trakya – Paşaeli adıyla bir dernek olmak üzere Vilayatı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti kurulmuştu. Trabzon da Muhafaza-i Hukuk adında bir dernek bulunduğu gibi, İstanbul’da da Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı. Bu dernek merkezinin gönderdiği temsilcilerle, of ilçesinde ve Rize sancağında da şubeler açılmıştı.

İzmir’in işgal edileceği konusunda mayısın on üçünden beri açıktan belirtiler görmüş olan İzmir’deki bazı genç vatanseverler, ayın 14/15’inci gecesi, kendi aralarında bu acıklı durumla ilgili görüşmeler yapmışlar; Bir oldubittiye geldiğine şüphe kalmayan Yunan İşgalinin ilhakla sonuçlanmasına engel olma kararında birleşerek, Redd-i İlhak ilkesini ortaya atmışlardır. Aynı gece, bu ilkenin yaygınlaştırılmasını sağlamak üzere İzmir’de Yahudi Meşatlığı’nda toplanabilen halk tarafından, bir gösteri toplantısı yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle, bu teşebbüsten beklendiği ölçüde sonuç alınamamıştır. “ ………. ………. ……… ……….

Milli kuruluşlar siyasi amaç ve hedefleri
Memleket içinde ve İstanbul’da milli varlığa düşman kuruluşlar
İngiliz Muharipler Cemiyet
Amerikan mandası isteyenler

Ordumuzun durumu
……… ………. ………. ………

Genel durumu ortaya koyabilmek için, ordu birliklerinin nerelerde ve ne durumda olduklarını da açıklamak isterim. Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği kurulmuştu.

Ateşkes antlaşması ilan edilir edilmez, birliklerin savaşçı erleri terhis edilmiş, silah ve cephanesi elinden alınmış, savaş gücünden yoksun bir takım kadrolar haline getirilmiştir.

Merkezi Konya’da bulunan İkinci Ordu Müfettişliği’ne bağlı birliklerin durumu şöyle idi; ………     ………

  1. üncü ordu Müfettişliği ki, müfettişi ben idim; Karargahımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya emrim altında olmak üzere iki kolordu vardı. Bunlardan biri, merkezi Sivas’ta bulunan 3’üncü Kolordu’dur. Komutanı yanımda getirdiğim Albay Rafet Bey’dir. Bu kolorduya bağlı bir tümenin (5’inci Kafkas Tümeni) merkezi Amasya ‘da, ötekinin merkezi de Samsun’daydı. Diğeri, merkezi Erzurum’da, bulunan 15. Kolordu idi. Komutanı Kazım Karabekir Paşaydı. ……… ……… ….

Müfettişlik görevimin geniş yetkileri

Benim, bu iki kolorduya doğrudan doğruya emir ve komuta vermekten daha ileri bir yetkim vardı ki, müfettişlik bölgesine yakın olan askeri birliklere da tebligat yapabilecektim. Aynı şekilde bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan illere de tebligatta bulunabilecektim.

Bu yetkiye göre, Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu ve bunun bağlı bulunduğu müfettişlik ile Diyarbakır’daki kolordu ile hemen, hemen Anadolu’nun bütün sivil yönetim amirleriyle ilişkiler kurabilecek ve yazışmalar yapabilecektim. Aynı şekilde bölgemde bulunan ve bölgeme komşu olan illere de tebligatta bulunabilecektim.

Bu yetkiye göre, Ankara’da bulunan 20’nci Kolordu ve bunun bağlı bulunduğu müfettişlik ile Diyarbakır’daki kolordu ile hemen, hemen Anadolu’nun bütün sivil yönetim amirleriyle ilişkiler kurabilecek ve yazışmalar yapabilecektim.

Bu geniş yetkinin, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun, benim İstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun ve dolaylarındaki güvensizlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere Samsun’a kadar gitmekti. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay’da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular. Yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzalamaya çekinmiş; anlaşılır, anlaşılmaz bir biçimde mührünü basmıştır.

Genel durumun dar bir çerçeve içinden görünüşü

Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddi ve manevi saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükümeti de aynı durumda. ………     ………     ……..

Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı’nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul.

Millet ve ordu, Padişah ve halife’nin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek, bağları dolayısıyla da içten gelerek boyun eğmekte ve sadık. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken, bir yandan da yüzyıllardır süregelen bu alışkanlık dolayısıyla, kendinden önce, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinde değil. … Bu inanca aykırı bir düşünce ve görüş ileri süreceklerin vay haline! Derhal dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur. ………     ………     ………

Bu zihniyette olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.

O halde kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olmayacaktı. Önce, İtilaf Devletleri’ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra Padişah ve Halife’ye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.

Düşünülen kurtuluş çareleri

Benim kararım

O TARİHTE, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti onun istiklali padişah, halife, hükümet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti. ………     ………     ………   ………

EFENDİLER, BU DURUM KARŞISINDA BİR TEK KARAR VARDI. O DA MİLLİ HAKİMİYETE DAYANAN, KAYITSIZ ŞARTSIZ, BAĞIMSIZ YENİ BİR TÜK DEVLETİ KURMAK.

İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.

TEMEL İLKE TÜRK MİLLETİ’NİN HAYSİYETLİ VE ŞEREFLİ BİR MİLLET OLARAK YAŞAMASIDIR. BU İLKE, ANCAK TAM İSTİKLALE SAHİP OLMAKLA GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİR. NE KADAR ZENGİN VE BOLLUK İÇİNDE OLURSA OLSUN İSTİKLALDEN YOKSUN MİLLET, MEDENİ İNSANLIK DÜNYASI KARŞISINDA UŞAK OLMAK MEVKİİNDEN YÜKSEK BİR MUAMELEYE LAYIK GÖRÜLEMEZ.

YABANCI BİR DEVLETİN KORUYUP KOLLAYACAĞINI KABUL ETMEK, İNSANLIK VASIFLARINDAN YOKSUNLUĞU, GÜÇSÜZLÜK VE MİSKİNLİĞİ İTİRAFTAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.     ………     ……….   

HALBUKİ TÜRK’ÜN HAYSİYETİ GURURU VE KABİLİYETİ ÇOK YÜKSEK VE BÜYÜKTÜR. BÖYLE BİR MİLLET ESİR YAŞAMAKTANSA YOK OLSUN DAHA İYİDİR.

O HALDE, “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!”     ………     ………     ………

Peki efendim. Öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?

Şu farkla ki, İstiklali, için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakarlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi elleriyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.

UYGULAMAYI SAFHALARA AYIRMAK VE BASAMAK VE BASAMAK İLERLEYEREK HEDEFE VARMAK

Türk ata yurduna ve Türk’ün istiklaline saldıranlar kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silahla karşı koymak ve onlarla çarpışmak gerekiyordu.     ………     ………     ………

Yapılan Milli Mücadele dıştan gelen saldırıya karşı vatanın kurtuluşunu tek hedef olarak kabul ettiğine göre, bu Milli Mücadele’nin, başarıya yaklaştıkça, safha, safha bu günkü döneme kadar Milli İrade rejiminin bütün ilke ve gereklerini yerine getirmesi tabi ve kaçınılmaz tarihi bir akış idi. ………     ………

MİLLİ SIR

Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir Milli Sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak mecburiyetinde idim.

ORDU İLE TEMAS

………     ………     ………

İstiklalimizi kazanıncaya kadar, bütün milletle birlikte fedakarca çalışacağıma mukaddesatım üzerine yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kararı kesindir.

Anadolu’daki Milli Teşkilat ilçe ve bucaklara kadar genişledi. İngiliz himayesi altında İngiliz himayesi altında bağımsız bir Kürdistan kurulması ile ilgili propaganda ortadan kaldırıldı ve taraftarları yola getirildi. Kürtler, Türkler birleşti.

YUNAN ORDUSUNUN MANİSA VE AYDIN ÇEVRESİNİ İŞGALİ

MİLLİ TEŞKİLATIN KURULMASI VE MİLLETİN UYARILMASI

Bir hafta kadar Samsun’da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana kadar Havza’da kaldıktan sonra Amasya’ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta Milli Teşkilat kurulması gereğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil idare amirlerine bildirdim. ………     ………     ………

Bu tarihten itibaren Türk Milleti olan atalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz ve o zamanın genleri olan ceddimiz tarafında Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Milli Mücadele ve İstiklal Savaşı başlatılmıştır.

BİRİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ

İKİNCİ İNÖNÜ ZAFERİ

SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ

LOZAN KONFERANSI ÖNCESİ

26 AĞUSTOS TAARRUZ EMRİ

20/21 Ağustos 1922 gecesi 1’nci ve 2’ci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargahına çağırdım. Genel Kurmay başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak

Taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı’na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti.

24 Ağustos 1922’de karargahımızı Alaşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut Kasabası’na getirdik. 25 Ağustos1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe’nin güneybatısındaki çadırlı ordugaha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de hazır bulunuyorduk Sabah saat 5.30 da topçu ateşimizle taarruz başladı.

Başkomutan savaşı

Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muhaberesi adı verilmiştir.), düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş gün içinde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir’e doğru yol alırken, diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.

ATEŞKES TEKLİFİ

Efendiler, Başkomutan Savaşı’nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu, resmi bildirilerde pek önemsiz harekattan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü, düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik.

Bunu anlayıp, düşman ordusunu felaketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’den, Ateşkes konusunda İstanbul’dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli telgraf almıştım. Verdiğim cevap aynen şöyledir:

Tel. Makama özel 5.9.1922                      Bakanlar Kurulu Başkanlığı Yüksek Katına

Anadolu’daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddi bir direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadolu için herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için söz konusu olabilir. Bu bakımdan Eylül’ün onuna kadar hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylül’ün onundan sonra yapılacak başvurmaya verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca bildirilmelidir.

1 – Ateşkes Antlaşması tarihinden başlayarak on beş gün içinde Trakya, 1914 sınırlarına kadar kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin sivil memurlarına ve askeri kuvvetlerine teslim edilmiş bulunulacaktır.

2 – Yunanistan’daki esirlerimiz on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim edilecektir.

3 – Yunan Hükümeti, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu’da yaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi şimdiden taahhüt edecektir.

Büyük Millet Meclisi Başkanı     Başkomutan, Mustafa Kemal

ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ’E ULAŞTILAR

Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir’deki İtilaf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922 de Kemalpaşa’da görüşebileceğimizi bildirmiştir. Gerçekten de, söz verdiğim gün ben Kemalpaşa’da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi.Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe… Akdeniz’e ulaşmış bulunuyordu.

Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar – Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamıyla yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz’e, Marmara’ya döken harekatımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.

Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekatTürk Ordusunun, Türk Subay ve Komuta Hey’etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser hürriyet ve istiklal düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.

Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve iddiasında olanları, dediklerini yapma konusunda biraz fazlaca bekletmiş oldum. 

Ordularımız İzmir ve Bursa’yı geri aldıktan sonra, Trakya’yı da Yunan Ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki başbakanı bulunan Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlarına müracaat etmiş. Yalnız, ondan sonra olup bitenlere bakılırsa Lloyd George’un isteğinin yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir.

İTİLAF DEVLETLERİNİN 23 EYLÜL 1922 TARİHLİ ATEŞKES TEKLİFİ

Bu sıralarda İstanbul’da bulunan Fransız Fevkalade Komiseri bulunan General Pelle benimle görüşmek üzere İzmir’e geldi. diye adlandırılan bir bölgeye, ordularımızın girmemesinin yerinde olacağını tavsiye etti. Milli hükümetimizin böyle bir bölge tanımadığını, Trakya’yı da kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına imkan olmadığını söyledim. General Pelle, bana Mösyö Franklin Bouillin’un benimle görüşmek üzere gelmek istediğini bildiren, kendisine çekilmiş özel bir telgrafını gösterdi. Kendisini İzmir’de kabul edeceğimi söyledim. Mösyö Franklin Bouillion, bir Fransız harp gemisiyle İzmir’e geldi. Fransız hükümeti adına İngiliz ve İtalyan Hükümetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüşmeler yapmaya geldiğini söyledi. Biz Franklin Bouillion’la görüşürken, İtilaf Devletleri Bakanları imzasını taşıyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki önemli nokta yer alıyordu. Bunlardan biri askeri harekatın durdurulmasıyla diğeri de Barış Konferansı’yla ilgiliydi.

Biz, Rumeli’de Doğu Trakya’yı Milli sınırlarımıza kadar tamamen almadıkça askeri harekattan vazgeçemezdik. Ancak, yurdumuzun bu bölgesinden düşman birlikleri çıkarıldığı takdirde böyle bir harekete devam etmeye kendiliğinden gerek kalmayacaktı.  Bu notada, Venedik veya başka bir şehirde toplanacak olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Japon, Romen, Sırp, Hırvat, Sloven Devleti ile Yunanistan’ın da çağrılacağı bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyeceğimiz sorulmakla birlikte, görüşmeler sırasında Boğazlardaki tarafsız bölgelere bizden asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç’e kadar Trakya’nın bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karşılanacağı bildiriliyordu.

Notada, boğazlardan, azınlıklardan ve Milletler Cemiyeti’ne girmemizden de söz ediliyordu.

Konferansın toplanmasından önce, Yunan birliklerinin, İtilaf Devletleri Komutanlarının çizdikleri bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilaf Devletleri’nin nüfuzunu kullanacağına söz edilmekte ve bu konuda görüşülmek üzere Mudanya veya İzmit’te bir toplantı yapılması teklif edilmekteydi.

MUDANYA KONFERANSI

29 Eylül 1922 tarihinde, bu notaya verdiğim kısa bir cevapta, Mudanya Konferansı’nı kabul ettiğimi bildirdim. Fakat Meriç Nehri’ne kadar Trakya’nın derhal bize geri verilmesini istedim. 3 Ekim’de toplanmasının uygun olacağını söylediğim Mudanya Konferansı’na, Başkomutanlık adına olağanüstü yetkiyle Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa’yı delege tayin ettiğimi bildirdim. Bu notaya hükümetçe de 4 Ekim 1922 tarihli etraflı bir cevap verildi. Bu cevapta, konferansın yeri olarak İzmir teklif edildi. Boğazlar meselesi dolayısıyla, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyetleri’nin de daveti istendi. Diğer konular üzerindeki görüşlerimiz de ana çizgileriyle bildirildi.

Mudanya’da İsmet Paşa’nın başkanlığı altında, İngiliz delegesiGeneral Harrington, Fransız delegesi General Charpy, İtalyan delegesi General Monbelli’nin katıldıkları konferans toplandı. Bir hafta kadar süren tartışmalı görüşmelerden sonra 11 EKİM 1922 DE MUDANYA ATEŞKES ANTLAŞMASI İMZALANDI. BÖYLECE, TRAKYA ANA VATANA KATILMIŞ OLDU.

Efendiler, zaferden sonra, bizim İzmir’deki siyasi temaslarımız üzerine, Ankara’da Bakanlar Kurulu’nun daha doğrusu bazı bakanların telaşlı bir duruma girdikleri fark edildi.

Askeri görevimin son bulmuş olduğunu, bundan sonraki siyasi işlerin Bakanlar Kuruluna ait olduğunu hissettirecek şekilde, beni Ankara’ya davet ettiler. Halbuki ne askeri görevim son bulmuştu ne de siyasi ve diplomatik konularla ilgilenmek ve uğraşmaktan kendimi alabilirdim. Bundan dolayıdır ki, benimle görüşmek isteğinde bulunan ve bunda direnen hükümet üyelerinin veya ilgili bakanların İzmir’e yanıma gelmelerini teklif ettim. Hükümet başkanı Rauf Bey’le Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey geldiler. Rauf Bey, İzmir’de bana bazı özel dileklerini de bildirdi. Sözgelişi, Ali Fuat Paşa ile Refet Paşa’nın terfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun birer görev verilerek memnun edilmelerini rica ettiler.

BARIŞ KONFERANSI’NA GÖNDERDİĞİMİZ DELEGELER

Efendiler, İzmir’den Ankara’ya dönüşümde, başlıca Mudanya Konferansı görüşmeleriyle uğraşıldı. Bir yandan da Bakanlar Kurulu’nda, Meclis’te ve komisyonlarda Barış Konferansı’na gidebilecek delegeler h<ey’eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beyve Sağlık Bakanı Rıza Nur Bey, gidecek delegeler Hey’etinin tabi üyeleri gibi görünüyordu. Ben bu konuda daha bir görüş ve kararımı tespit etmemiştim. Ancak Rauf Bey’in başkanlığı altındaki bir hey’etin bizim için hayati önemi olan bir konuda başarı kazanabileceğinden emin olamıyordum. Rauf Bey’in kendisini zayıf görmekte olduğunu hissediyordum. Müşavir olarak İsmet Paşa’nın yanına verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüşümü belirtirken, “İsmet Paşa’dan müşavir olarak elde edilecek yarar sınırlıdır. İsmet Paşa başkan olursa kendisinden azami ölçüde yararlanılabileceğine ben de inanıyorum dedim” Mudanya Konferansı sona ermişti. İsmet Paşa ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa Bursa’da bulunuyorlardı. Kendileriyle görüşmek üzere Bursa’ya gittim.

İSMET PAŞA’NI DIŞİŞLERİ BAKANLIĞINA VE DELEĞELER HEY’ETİ BAŞKANLIĞINA SEÇİLMESİ

Bursa’ya giderken ……..   ………   ……… İsmet Paşa’nın da, mevcut bunca bilgime rağmen, delegeler hey’etine başkanlık edip edemeyeceğini bir daha inceledim. Mudanya Konferansı’nı ayrıntılı olarak anlamaya çalıştım. İsmet Paşa’nın kendisine tasavvurlarımla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda kararımı verdim. İsmet Paşa’nın delegeler Hey’eti başkanı olabilmesi için daha önce Dışişleri Bakanı olmasını uygun gördüm. Bunu sağlamak için doğrudan doğruya Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey’e özel ve gizliolarak yazdığım telgrafta, Kendisinin Dışişleri Bakanlığından çekilmesini ve yerine İsmet Paşa’nın seçilmesini, bizzat yardımcı olmasını rica ettim.

Ankara’dan hareket etmeden önce, Yusuf Kemal Bey, bana, Delegeler Hey’eti Başkanlığını en iyi İsmet Paşa’nın yapabileceğini söylemişti.

LOZAN (LAUSANNE) BARIŞ KONFERANSI’NA DAVET

İsmet Paşa’ya, bir oldubitti şeklinde Dışişleri Bakanı olacağını ve ondan sonra Barış Konferansı’na Delegeler Hey’eti başkanı olarak gideceğini söyledim. Paşa, birdenbire şaşırdı. Asker olduğunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi emir sayarak boyun eğdi. Tekrar Ankara’ya döndüm. Bu sırada İtilaf Devletleri tarafından 28 Ekim 1922 de Lozan da toplanacak Barış Konferansı’na davet edildik. İtilaf Devletleri hala İstanbul’da bir hükümet tanımak istiyor ve onu da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu.

SALTANATIN KALDIRILMASI

RAUF BEY’İN SALTANAT VE HİLAFET KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCESİ              

LOZAN BARIŞ KONFERANSI

Lozan Konferansı genel toplantısı 21 Kasım 1922günü yapılmıştır. Bu konferansta Türkiye Devletini İsmet Paşa Hazretleri temsil etti. Trabzon Milletvekili Hasan Bey ve Sinop Milletvekili Rıza Nur Bey, İsmet Paşa başkanlığındaki delegeler hey’etini oluşturuyordu.

Hey’etimizKasım 1922 başlarında Lozan’a gitmek üzere Ankara’dan ayrıldı.

Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansı ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.

Bir süre Ankara’da Lozan Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler hararetli ve tartışmalı geçiyordu.  Türk haklarını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu. Ben bunu pek tabi buluyordum. Çünkü, Lozan barış masasında ele alınan meseleler yalnız üç, dört yıllık yeni devreye ait ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, Bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette, o kadar basit ve kolay olmayacaktı.

Efendiler, bilindiği üzere, yeni Türk Devleti’nin yerini aldığı Osmanlı Devleti, Uhud’ıAtika adı altında birtakım kapitülasyonların esiri idi. Hıristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı. Osmanlı Devleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamazdı; Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alınması mümkün değildi.

Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak, tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı. Hatta okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda yabancı devletler hemen işe karışırlardı.

Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları debdebe ve gösteriş içinde yaşayabilmek için memleket ve milletin bütün servet kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin haysiyet ve şerefini ayaklar altına almak suretiyle birçok dış borçlar yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş, dünya gözünde “müflis” sayılmıştı.

OSMANLI DEVLETİ’NİN DÜNYA GÖZÜNDE HİÇBİR DEĞERİ KALMAMIŞTI

Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki himaye ve korumaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu. ……..  ………  ……..

Milleti ve memleketi gerçek istiklal ve hakimiyetine sahip kılmak için,bu güçlüğe ve fedakarlığa katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti. Ben mutlaka olumlu bir sonuç alınacağından emindim. Türk milletinin varlığı için, istiklali için, hakimiyeti için ne pahasına olursa olsun elde etmeye ve sağlamaya mecbur olduğu hakların dünyaca tanınacağından asla şüphem yoktu. Çünkü gerçekte bu haklar kuvvetle, liyakatle fiili ve maddi olarak elde edilmişti. Konferans masasında istediğimiz, zaten elde edilmiş olan bu hakların usulünce ifade ve onaylanmasından başka bir şey değildi. İsteklerimiz açık ve tabi haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardı, kuvvetimiz de yeterliydi.

En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız Milli hakimiyetimizi kavramış, onu fiili olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispatlamış olmamızdı.

İşte bu düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla takip ediyor ve ortaya çıkan tersliklere gereğinden fazla önem vermiyordum.

HALKIN İÇİNDE BULUNDUĞU PİSİKOLOJİYİ, DÜŞÜNCE EĞİLİMLERİNİ BİR DAHA İNCELEMEK İÇİN HALKLA YAKINDAN TEMASA GEÇMEK

Efendiler, saltanatın kaldırılması ve hilafet makamının yetkisiz kalışı üzerine, halk ile yakından temasa geçmek, halkın içinde bulunduğu psikolojiyi, düşünce eğilimlerini bir daha incelemek önem kazanıyordu. …….   ………   …… .

MİLLİ HAKİMİYET İLE HİLAFET MAKAMININ DURUMLARI VE İLİŞKİLERİ

Halkın, Milli hakimiyet ve hilafet makamının durumları ile bunların ilişkileri konusunda merak ve endişeye kapılmakta hakları vardı. ……   …..    …..  .

HALİFE OLACAK ZATI ÜMİTLENDİRECEK BAĞLILIK GÖSTERİLERİ

Efendiler, Halife bulunan zatı ümitlendirecek bazı bağlılık gösterileri de dikkati çekiyordu. Gizli olarak yapılan bağlılık gösterileri ise, bizim dışarıdan tahmin ettiklerimizden daha fazla imiş. ……   …….   …….  .

DİN OYUNU AKTÖRLERİ HALİFEYİ BÜTÜN İSLAM DÜNYASINA HÜKÜMDAR YAPMAK İSTİYORLARDI

Şunu arz etmeliyim ki, Şükrü Efendi Hoca ile onu ve imzasını ileri süren politikacılar, sultan ve padişah unvanını taşıyan bir hükümdar yerine, unvanı halife olan bir hükümdar koyarak konuşmuşlar ve iddialarda bulunmuşlardı. …..    …..    ……   .

HİLAFET KONUSUNDA HALKIN ŞÜPHE VE ENDİŞESİNİ GİDERMEK İÇİN YAPTIĞIM AÇIKLAMALAR

Hilafet konusunda halkın şüphe ve endişesini gidermek için, her yerde gerektiği kadar konuştum ve açıklamalarda bulundum. Kesin olarak belirttim ki, milletimizin kurduğu yeni devletin mukadderatına, işlerine, bağımsızlığına, unvanı ne olursa olsun hiç kimseyi karıştırmayız. Millet kendisi, kurduğu devleti ve onun bağımsızlığını koruyor ve sonsuz olarak da koruyacaktır. Millete anlattım ki, Müslümanları içine alan bir devlet kurmak görevi ile yükümlü imiş gibi hayal edilen bir halifenin görevini yerine getirebilmesi için, Türkiye Devleti ve onun bir avuç nüfusu, halifenin emrine tabi tutulamaz. Millet buna razı olamaz! Türk halkı bu kadar büyük sorumluluğu, bu kadar mantıksız bir görevi üzerine alamaz.      …..   …..   …..   .

TEŞKİLAT-I ESASİYE KANUNU’NDA DÜĞÜM NOKTALARI

Efendiler, hilafet ve din konularıyla uğraşıldığı sıralarda, Teşkila-tı Esasiye Kanunu’ndaki bir noktanın halkı ve özellikle aydınların kafasında düğümlenip kaldığını öğrendik. …….   ……..   ……

Bu noktaları açıklayayım: 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 7’nci ve 21 Nisan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 26’ncı maddesi Büyük Millet Meclisinin görevlerinden söz eder.

Maddenin başında, Meclis’in ilk görevi olmak üzere, şeriat hükümlerinin yürütülmesi yer alır. İşte bunun nasıl bir görev ve şeriat hükümlerinden maksadın ne olduğunu anlamakta sıkıntı çekenler vardır. Çünkü, sözü geçen madde Büyük Millet Meclisi’nin, kanunları yapmak, değiştirmek, yorumlamak, yürürlükten kaldırmak v.b. gibi belirtilen ve sayılan görevleri o kadar geniş ve kapsamlı ve açıktır ki, şeriat hükümlerinin yürütülmesi diye ayrıca ve başlı başına bir klişenin yer alması gereksiz sayılmaktadır. Çünkü şeriat demek kanun demektir. …..   …..   …..   .

HALK PARTİSİNİ KURMA TEŞEBBÜSÜ

Saygıdeğer Efendiler, her yerde, siyasi partikurma konusunda da halkla uzun sohbetler yaptım. 7Aralık 1922 tarihinde, Ankara basını vasıtasıyla, halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan siyasi bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak, bu partinin nasıl bir program yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin, ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurdum.

DOKUZ İLKE VE PARTİMİZİN İLK PROGRAMI

Gerek bazı kimselerden aldığım yazılı düşüncelerden ve gerek halk ile yaptığım görüşmelerden çok yararlandım. Sonunda 8 Nisan 1923 tarihinde, görüşlerimi 9 ilke halinde tespit ettim. İkinci Büyük Millet Meclisi’nin seçimi sırasında yayınlayarak ilan ettiğim bu program, partimizin kuruluşuna temel olmuştur.

Bu program, bu güne kadar ele alıp gerçekleştirdiğimiz bütün önemli hususları içine alıyordu. Bununla birlikte programa girmemiş önemli ve esaslı bazı konular da vardı. Örnek olarak, Cumhuriyet’in ilanı, Şer’iyeVekaleti’nin, medrese ve tekkelerin kaldırılması, şapka giyilmesi gibi.

Bu konuları programa alarak, cahil ve gericilerin, bütün milleti vaktinden önce zehirlemeye fırsat bulmalarını uygun görmedim. Çünkü, bunların zamanı gelince çözüme bağlanacağından ve milletin sonuçtan memnun olacağından kesinlikle emindim. …..    ….    ….     .

İlkeler, Halk Partisinin kuruluşu ve faaliyet göstermesi için yeterli oldu. Partinin adına daha sonra Cumhuriyet kelimesi de eklenerek, bilindiği gibi Cumhuriyet Hal Partisi adı verildi.

LOZAN KONFERANSI GÖRÜŞMELERİ KESİLDİ

Efendiler, Yine Lozan Konferansı’na temas edeceğim. Konferans 4 Şubat 1923 tarihinde kesildi. İki aya yakın bir süre devam eden görüşmelerin özeti olmak üzere, İhtilaf Devletleri temsilcileri, delegeler hey’etimize bir barış tasarısı verdiler. Bu tasarı anlam ve öz bakımından İstiklalimize zarar veren şartları içine alıyordu. Özellikle, adli, mali ve iktisadi konularla ilgili maddeleri çok ağırdı. Bunun için bu tasarıyı kesinlikle reddetmek zorundaydık. Delegeler heyetimiz, bu tasarıya karşılık bir mektup verdi. Bu mektupta özet olarak şunlar yer alıyordu: Üzerinde anlaştığımız noktaları imza ederek barış yapalım. Gerçekten de, Konferans’ta görüşme konusu olan birçok meseleden bizce kabul edilebilecek olanları vardı. Mektupta: ikinci, üçüncü derecede olan konuları ayrıca inceleriz. İtilaf Devletleri, bu teklifimizi kabul etmeyecek olurlarsa, teklifimiz hiç yapılmamış sayılacaktır da denilmiştir. Delegeler tarafından Hey’eti’mizin teklifi dikkate alınmadı. Yalnız konferansın yarıda kesilmesi, görüşmelerin ertelenmesi gibi gösterildi. Her devletin temsilcileri memleketlerine döndüğü gibi, bizim delegeler Hey’eti’miz de geri geldi. Ben de Batı Anadolu gezisinden dönüyordum.

MECLİSTEKİ MUHALİFLERİN ÇEŞİTLİ SALDIRI HAREKETLERİ

Meclis’teki muhaliflerin çeşitli şekillerde ve başka, başka konularda saldırı hazırlıklarında bulundukları yeni değildi. Geziye çıktığım tarihten bir gün sonra, İslam Hilafeti ve Büyük Millet Meclisi adlı broşürün ortaya çıktığını, bütün meclisin ve milletin bize karşı kışkırtılmak istendiğini arz etmiştim. Bundan önce çevrilmek istenen bir dolap, var dır ki, daha ondan söz etmedim. Sebebi 1922 Aralık ayı başlarında oynanmak istenen oyun, Gezim boyunca da devam etmişti.

Saygıdeğer efendiler, üç milletvekili, milletvekili seçim kanun tasarısında değişiklik yapılması ile ilgili önerge hazırlamışlar.  Önergede neler in yer aldığını öğrenmiştim.

2 Aralık 1922 günü, Meclis’in, ikinci Başkanı Adnan Bey’in başkanlığında yapılan oturumunda, başkanlık kürsüsünden şöyle bir ses işitildi: Efendim! Milletvekili Seçimi Kanunu’nda değişiklik yapılması ile ilgili teklifin görüşülebileceği yolunda Tasarı Komisyonu’nun tutanağı var. Bu söz okunsun sözleriyle karşılandı. İki milletvekili önemlidir. Okunmasını teklif ederiz diyerek genel havayı açığa vurdular.

Başkan: Efendiler, bu önergenin, okunmadan önce komisyona gönderilmesi usuldendir. Dedi.

BENİ VATANDAŞLIK HAKLARINDAN MAHRUM ETMEK TAKLİFİ ÜZERİNE MECLİSTE YAPTIĞIM KONUŞMA

Efendiler, meselenin ne olduğunu ve bu konuda Meclis’te yapılan görüşmeleri, o güne ait Tutanak Dergisi’nde okumak mümkündür. Fakat yüksek hey’etinizi bu külfetten kurtarmak için müsaade buyurursanız, o oturumda yaptığım konuşmamın bir kısmını olduğu gibi arz edeyim.

Değişiklik önergesini okutmadan komisyona göndermek isteyen başkandan söz alarak şunları söyledim. “Efendim! Bu kanun tasarısı özel bir maksat taşıyor. Bu özel maksat doğruca şahsımı ilgilendirdiğinden, müsaade ederseniz birkaç kelime ile düşüncemi arz etmek istiyorum. Erzurum Milletvekili Necati, Mersin Milletvekili Selahattin ve Canik Milletvekili Emin Beyefendi’ler tarafından teklif edilen kanun tasarısı. Doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık haklarından yoksun bırakmak maksadını güdüyor. 14. Madde de deniliyor ki; “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne üye seçilebilmek için, Türkiye’nin bu günkü sınırları içindeki yerler halkından olmak veya kendi seçim bölgesi içinde yerleşmiş bulunmak şarttır. Ondan sonra göçmen olarak gelenler yerleştirildikleri tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise seçilebilirler”.

Maalesef, benim doğum yerim bugünkü sınırlar dışında kalmış bulunuyor. İkincisi, her hangi bir seçim bölgesinde beş yıl oturmuş da değilim. …..    …..     …… Eğer düşmanlar maksatlarında tam bir başarıya ulaşmış olsalardı, Allah korusun, bu tasarıya imza koymuş olan efendilerin de doğum yerleri sınır dışında kalabilirdi.  

TEKLİF EDİLEN ŞARTLAR BENDE NEDEN YOKTU

Bundan başka, bu maddenin gerektirdiği şartlar bende yoksa, yani beş yıl süreli olarak bir seçim bölgesinde oturmamış isem, o da vatana yaptığım hizmetler yüzündendir. Eğer bu maddenin istediği şartı yerine getirmeye çalışsaydım, İstanbul’u kazandırmaktan ibaret olan Arı Burnu ve Anafartalar’daki savunmalarımı yapmamak gerekirdi. Eğer ben bir yerde beş yıl oturmaya mahkumolsaydım, Bitlis ve Muş’u aldıktan sonra, Diyarbakır’a doğru yayılan düşmanın karşısına çıkmamak, Bitlis ve Muş’u kurtarmaktan ibaret olan vatan görevimi yapmamam gerekirdi. Bu efendilerin istediği şartları taşımak isteseydim, Suriye’yi boşaltan orduların döküntülerinden Halep’te bir ordu kurarak, düşmana karşı savunmaya geçmemek ve bu gün milli sınırlar dediğimiz sınırları fiili olarak çizmemek gerekirdi. …..    …..    …..

Ben zannediyorum ki, bu hizmetlerimden dolayı milletimin sevgi ve saygısını kazandım. …..     …..    . Fakat bu durumdan dolayı, bu sevgi ve saygılara karşılık vatandaşlık haklarından yoksun bırakılacağımı asla hatırıma getiremezdim. Tahmin ediyorum ve ediyorum ki, yabancı düşmanlar Bana Suikast yapmak suretiyle, beni memleket hizmetinden alıkoymaya çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki, yüce meclis’te iki üç kişi bile olsa, aynı zihniyette kimseler bulunabilsin. Bu bakımdan anlamak istiyorum. “Bu efendiler gerçekten kendi seçim bölgelerinin duygu ve düşüncelerini mi aksettiriyorlar. …..    …..    …..    .

MİLLETİN BANA GÖSTERDİĞİ SEVGİ VE GÜVENİN SAMİMİ İFADELERİ

Bu sözlerim ajans ve basın vasıtasıyla yayınlandı. Millet yaptığım konuşmayı ve cevabını beklediğim soruyu öğrendi. Hemen memleketin bütün seçim bölgelerindeki gerçek seçmenler ve halk tarafından Meclis Başkanlığı’na protesto telgrafları yağdı. Ben burada yalnız bir tek seçim bölgesinin, Rize’nin şahsıma çekmiş olduğu bir telgrafı, olduğu gibi bilginize sunmakla yetineceğim.

Üç milletvekili beyin, seçim kanunu ile ilgili önergesine, sancağımız milletvekillerinin katılmayacağı inancıyla bir şey yazmayı gerekli bulmamıştık. Şimdi Milletvekili Osman Efendi’den aldığımız mektupta, kendisinin o önerge ile ilgili ve muhalif gruptan olduğunu övünürcesine bildirmesi üzerine, aşağıdaki hususların bilginize sunulmasına mecburiyet duyulmuştur.

  • (Övücü ve samimi sözlerden sonra) Sahsınız ve değerli çalışma arkadaşlarınız, aleyhinde sancağımız adına söz söyleyen, muhalefet düşüncesi taşıyan ve bizce hiçbir şahsiyet ve değeri olmayan milletvekilini lanetleriz. O, artık sancağımızı da temsil hakkına sahip değildir.
  • Şu zamanda vatansızların bile katılamayacağı muhalefet ve bozgunculuk düşüncesini bize tavsiye eden milletvekili efendinin görüşünü benimseyecek bir tek kişinin bile sancağımızda mevcut olmadığını, bundan duyduğumuz şükran duygusuyla ve yüksek şahsiyetinize olan üstün saygılarımızla arz ederiz, efendim. İmzalar. 25.5.1923

YENİDEN SEÇİM YAPILMASI KARARI

Saygıdeğer Efendiler, …..    …..    …..    . Bütün millette, Meclis’in görev yapamayacak bir duruma geldiği endişesi doğmaya başladı. …..    …..    …..    . Artık şüpheye yer kalmamıştı ki, Meclis yenilenmedikçe, millet ve memleketin ağır ve sorumluluk bekleyen işlerini yürütmeye imkan yoktur. Bu zarurete ben de inandım. Bir gece, Başbakan Rauf Bey’e, kalmakta olduğu istasyon binasında hükümet üyelerini toplantıya davet etmesini, bu toplantıya benim de bizzat geleceğimi telefonla bildirdim.

Rauf Bey’in dairesinde toplanan bakanlar Kurulu’na meclis’in yenilenmesini Meclis’e teklif etmek gereğinden söz ettim. Kısa bir tartışmadan sonra, Hükümet üyeleri ile görüş birliğine vardık.     …..    …..    …..    .

Bunun üzerine konu, aynı gün, 1 Nisan 1923’te Meclis’e götürüldü. Yüz yirmi kadar üye, bir önergeyle, seçimlerin yenilenmesi için bir kanun teklifi sundu. Meclis, “Seçimlerin yeniden yapılmasına karar verilmiştir.” Şeklinde bir kanunu oybirliği ile çıkardı.

Meclis’in bu kararı vermesi, inkilap tarihimizde önemli bir noktadır. Çünkü, Meclis bu kararı vermekle, kendinde beliren hastalığı itiraf etmiş ve bundan dolayı milletçe duyulan acıyı anlamış olduğunu göstermiştir.

LOZAN KONFERANSI’NIN İKİNCİ SAFHASI VE YENİ SEÇİMLERDE MİLLETİN GÖSTERDİĞİ UYANIKLIK

Efendiler,LOZAN Konferansı, 23 Nisan 1923’te yeniden toplandı. Delegeler Hey’etimiz Lozan’da yeniden barışı sağlamaya çalışırken, ben de yeni seçimler ile meşgul oluyordum.

Yeni seçimlere, bilinen ilkelerimizi ilan ederek katıldık. Görüşlerimizi kabul edip milletvekili olmak isteyen kimseler, önce ilkeleri kabul ettiğini ve görüşlerde birleştiklerini bana bildiriyorlardı. Adayları ben tespit edecek ve zamanı gelince partimiz adıyla ilan edecektim. Bu yolu benimsemiştim. Çünkü, yapılacak seçimlerde milleti aldatarak çeşitli maksatlarla milletvekili olmaya çalışacakların çok olduğunu biliyordum. Konuşmalarım ve uyarmalarım memleketin her tarafında büyük bir samimiyet ve güvenle karşılandı. Bütün millet, ilan ettiğim ilkeleri tamamen benimsedi. Bu ilkelere, hatta şahsıma muhalefet edeceklerin milletçe milletvekilliğine seçilmesi ne imkan kalmadığı anlaşıldı.

NURETTİN PAŞA’NIN BAĞIMSIZ MİLLETVEKİLİ OLMA TEŞEBBÜSÜ VE YAYINLADIĞI HAL TERCÜMESİ

Birinci ordumuzun Komutanı bulunan Nurettin Paşa da milletvekili olmak teşebbüsünde bulunmuştu. Mümkün olmadı.    ……     ……    …..     .Bu yoldaki teşebbüslerden ve yapılan yayınlardan herkesin dikkatini çekmiş olanı özellikle hal tercümesidir.    …..    …..    . İzmir fatihi, Afyonkarahisar ve Dumlupınar savaşlarının galibi Gazi Nurettin Paşa Hazretleri’nin hal tercümesi.     …..    …..    . Efendiler on dokuz sayfadan ibaret olan bu hal tercümesi broşürünün ne kadar insan tarafından okunduğunu bilmiyorum.     …..    …..    . Broşürün kapağındaki yazılardan sonra, metnin başlığında da şu sözler vardır.

Kütülamare’nin kurtarıcısı, Bağdat’ın savunucusu, Yemen, Selman pak, Batı Anadolu, Afyonkarahisar, Dumlupınar, İzmir Savaşları galibi ve İzmir Fatihi.     …..    …..    . Paşa, Konyar adındaki, Türk aşiretinden, rahmetli İbrahim Paşa’nın oğlu ve Hazreti Peygamber soyundan gelen Ayan üyesi ve Şeyhü’l Vukela Bursalı merhum Rıza Efendi’nin torunlarından imiş. …..Bu bilgilere ve ifade biçimine göre Mehmet Nurettin Paşa hem Türk hem de Arap’tır.     …..    …..    .

NURETTİN PAŞA’NIN VE BABASI MAREŞAL İBRAHİM PAŞA’NIN MEŞRUİYET İNKİLABINDA NASIL VE NE DERECEYE KADAR ROL OYNADIKLARI KONUSUNDAKİ HATIRALARIM.

HAL TERCÜMESİ BROŞÜRÜNE GÖRE NURETTİN PAŞA’NIN MEŞRUİYET’İN İLANINDAN SONRA GÖRDÜĞÜ HİZMETLER

 IRAK SEFERİNDE NURETTİN PAŞA

BÜYÜK TAARRUZ’DA NURETTİN PAŞA SAVAŞ MEYDANINI DÜRBÜNLE SEYRETMEYİ TERCİH EDİYORDU.

HAL TERCÜMESİ BROŞÜRÜNE GÖRE NURETTİN PAŞA’NIN İSTANBUL’DA VE ANADOLU’DA GÖRDÜĞÜ ÖNEMLİ İŞLER NELERDİ?

NURETTİN PAŞA, ZAFERDEN PAY ALMAYA EN AZ HAKKI OLAN BİİRİDİR

NURETTİN PAŞA’YI VE ORDUSUNU BİZZAT TAKİP ETMEK VE YÖNETMEK ZORUNDA KALDIM

MİLLET VE TARİH UNVAN VERMEKTE O KADAR CÖMERT DEĞİLDİR.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ikinci seçim dönemi, yeni Türkiye devletinin tarihinde, mutlu bir geçiş devresine rastladı. Gerçekten de dört yıllık istiklal mücadelemiz, milletimizin şanına layık bir barış ile sonuçlanmış bulunuyordu.

24 Temmuz 1923’te Lozan’da imza edilen antlaşma, 24 Ağustos 1923’te mecliste onaylandı.

MONDOROS ATEŞKES ANTLAŞMASINDAN SONRA TÜRKİYE’YE YAPILAN DÖRT BARIŞ TEKLİFİ ARASINDA BİR KARŞILAŞTIRMA

Efendiler, Mondoros Ateşkes Antlaşması’ndan sonradüşman devletler tarafından Türkiye’ye dört defa barış şartları teklif edilmiştir. Bunların birincisi, SERVES Taslağıdır. Bu taslak hiçbir görüşmenin ürünü olmayıp İtilaf Devletleri tarafından Yunan Başvekili Mösyö Vezinones’un da katılmasıyla düzenlenmiş ve Vahdettin’in hükümeti tarafından  10 Ağustos 1920 de imza edilmiştir.

Bu taslak, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce tartışılmaya değer bile sayılmamıştır.

İkinci barış teklifleri, Birinci İnönü Muharebesi’nden sonra toplanan Londra Konferansı’nın sonunda 12 Mart 1921 tarihinde yapılmıştır. Bu teklifler SERVES Antlaşması’na bazı değişiklikler getiriyor ide de, üzerinde durulmamış olan meselelerde Serves taslağındaki maddelerin olduğu gibi bırakıldığını kabul etmek gerekir.

Bu teklifler, bizce tartışılmaya yol açılmadan İkinci İnönü Muhaberesi’nin başlamasıyla sonuçsuz kalmıştır.

Üçüncü barış teklifleri, 22 Mart 1922’de, yanı Sakarya Zaferi’nden ve Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması’ndan ve yakında yeni bir taarruzumuzun beklendiği sıralarda, Paris’te toplanan İtilaf Devletleri Dışişleri Bakanları tarafından yapılmıştır. Bu tekliflerde, artık Serves taslağını temel olarak ele alma usulünden vazgeçilmiş ise de, ana gayeleri ve milli gayemizi gerçekleştirmekten uzaktı.

Dördüncü teklif Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanan görüşmelerdir.

İtilaf Devletleri’nce Türkiye’ye kabul ettirilmesi düşünülen esaslar ile, Milli Mücadele sayesinde ulaşılan sonucu açıkça gözler önüne serebilmek için, bu dört türlü teklif arasında en önemli noktaları içine alacak şekilde kısa bir karşılaştırma yapmayı yararlı sayarım.

  1. SINIRLAR
  2. KÜRDİSTAN
  3. İKTİSADİ NUFUZ BÖLGELERİ
  4. İSTANBUL

Serves’de: Antlaşma samimiyetle uygulanmadığı takdirde İstanbul Bizden alınacaktır.

Lozan’da: söz konusu olmamıştır.

  1. VATANDAŞLIK
  2. ADLİ KAPİTÜLASYONLAR
  3. AZINLIKLARIN KORUNMASI
  4. ASKERLİKLE İLGİLİ HÜKÜMLER
  5. CEZA
  6. MALİ HÜKÜMLER,

Sevres’de: İtilaf Devletleri, Türkiye’ye yardım olsun diye, İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerden kurulu bir Maliye Komisyonu oluşturacaklar; Bu komisyonda danışman olarak bir Türk komiseri bulunacaktır.

Lozan da: Bu gibi bağlayıcı hükümlerin hepsi kaldırılmıştır.

  1. İKTİSADİ HÜKÜMLER
  2. BOĞAZLAR KOMİSYONU

Sevres’de:

Kendine has bayrağı, bütçesi ve polis kuvveti bulunacak olan bu komisyon, gemilerin boğazlardan geçmesi, fenerler, kılavuzluk v.b. işlerle uğraşacak ve daha önce Yüksek Sağlık Kurulu’nun (209) yaptığı görevlerle, kurtarma işleri artık bu komisyonun gözetimi altında ve onun vereceği talimat çerçevesinde yerine getirilecek ve komisyon, Boğazlar’ın serbestliğini tehlikede sayınca İtilaf Devletleri’ne başvurabilecektir.

Komisyonda Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya’nın temsilcileri ikişer oya sahip olacaklardır.

Amerika istediği zaman, Rusya da Milletler Cemiyeti’ne girdiği andan başlayarak bu komisyona katılabileceklerdir.

Komisyon üyeleri, diplomatik dokunulmazlıktan yararlanacaklardır. Komisyona sırasıyla ve ikişer yıl süreyle, ikişer oya sahip devletlerin temsilcileri başkanlık edecektir.

Mart 1921 teklifinde; Türk temsilcisi de iki oya sahip olacak ve Boğazlar Komisyonu’na başkanlık edecektir.

Mart 1922 teklifinde; Aynı şekilde, Türk temsilcisi komisyona başkanlık edecektir. Boğazlarla ilgili bütün devletler komisyonda temsi edilecektir.

Lozan’da:

Komisyon’un başkanlığı bize verilmiştir. Komisyonun görevi, gemilerin Boğazlar’dan geçişinin Boğazlar Sözleşmesi hükümlerine uygunluğunu sağlamaktan ibarettir. Komisyon her yıl Milletler Cemiyeti’ne rapor verecektir.

Yine bu antlaşmayla, İstanbul’daki Milletlerarası Sağlık Kurulu (210) kaldırılarak, sağlık işleri Türk Hükümeti’ne bırakılmıştır.

Saygıdeğer Efendiler, Lozan Barış Antlaşması’ndaki hükümleri öteki barış teklifleriyle daha fazla karşılaştırmanın yersiz olduğu düşüncesindeyim.

Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yıllardan beri hazırlanmış ve Sevres Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir. Osmanlı tarihindeki benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir. 

(Yukarıda ana başlıklara altında bazı maddelerin altında örnek olmak üzere Serves Sözleşmesi şartları ve Lozan Antlaşması şartlarından bazı örnekler verilmiştir.)

TÜRK DELEGELER HEYETİ BAŞKANI İSMET PAŞA İLE HÜKÜMET BAŞKANI RAUF BEY ARASINDA ÇIKAN ANLAŞMAZLIK

Efendiler, burada, Lozan barış görüşmeleri sırasında çıkan ve barış imzalandıktan sonra açığa vurulup yayılan bir konuyu ele alarak kamuoyunu aydınlatmak isterim. Açığa vurulan ve yayılan konu Türk Delegeler Hey’eti Başkanı İsmet Paşa ile Hükümet Başkanı Rauf Bey arasında çıkan anlaşmazlıktır.

Bu anlaşmazlığı, ilgili belgeleri inceleyerek köklü ve ciddi sebeplere dayandırmak güçtür. Bu bakımdan, anlaşmazlığı daha ruhi ve duygusal açıdan değerlendirmek gerektiği görüşündeyim.

Çeşitli vesilelerle belirtmiştim ki, Lozan Konferansı söz konusu olduğu zaman, Delegeler Hey’eti başkanlığına Rauf Bey’in getirilmesi eğilimi vardı. Gerçekten Rauf Bey de Delegeler Hey’eti başkanı olmak istiyordu. İsmet Paşa’nın askeri danışman olarak kendisiyle birlikte gönderilmesini de benden rica etmişti. Ben, Rauf Bey’e, İsmet Paşa’dan yararlanmanın ancak onun başkan olarak gönderilmesiyle mümkün olacağı cevabını verdim. Sonra, bilindiği gibi, Rauf bey’i göndermedik, İsmet Paşa ordunun başından alındı. Dışişleri Bakanlığı’na seçilerek Delegeler Hey’eti Başkanlığına getirildi.

Lozan Konferansı’nın birinci dönemi kapandıktan sonra, İsmet Paşa’nın uğradığı eleştirileri anlatmıştım. Buna rağmen, ikinci defa Lozan’a gönderilen yine İsmet Paşa oldu. İsmet Paşa Lozan görüşmelerini büyük bir başarıyla idare ediyordu. Görüşme safhalarını düzenli olarak Bakanlar Kuruluna bildiriyordu. Bazı önemli konularda Hükümet’in düşünce ve görüşlerini soruyor veya talimat bekliyordu. Çözüm bekleyen meseleler önemli, mücadele ciddi ve üzücü idi. Rauf Bey’de, İsmet Paşa’nın görüşmeleri idare ediş tarzını beğenmezlik duygusu uyanmıştı. Bu duygusunu Bakanlar Kurulu’ndaki arkadaşlarına da telkin etme isteğine kapılmıştı. Bakanlar Kurulu’nda İsmet Paşa’nın raporları okundukça, zaman zaman, İsmet Paşa bu işi başaramayacak denmeye başlanmış …. Hatta bir aralık, İsmet Paşa’yı geri çağırma teklifi ortaya atılmış…. Rauf Bey, bu teklifi derhal oylamaya kalkışmış…. Bakanlar Kurulu’na Milli Savunma Bakanı olarak katılan Kazım Paşa’nın itirazı üzerine vazgeçilmiş.

İSMET PAŞA ‘DA DA HÜKÜMET BAŞKANI RAUF BEY’E KARŞI GÜVENSİZLİK DUYGUSU BAŞLAMIŞTI 

YUNANLILARDAN İSTENEN SAVAŞ TAZMİNATINDAN DOLAYI İSMET PAŞA İLE HÜKÜMET ARASINDA ÇIKAN GÖRÜŞ AYRILIĞI VE GERGİNLİK

Yunanlılardan istenen savaş tazminatından dolayı Yunanistan gergin bir tavır takındı. İsmet Paşa ile Venizelos arasında bu konu ile ilgili görüşme ve tartışmalar kesildi. İhtilaf Devletleri’nin temsilcileri İsmet Paşaya Karaağaç’ın bize bırakılması ve tarafımızdan istenen onarımdan vazgeçilmesi suretiyle Yunan tazminatı meselesinin çözüme bağlanması teklifinde bulunurlar.  ………….. Uzun tartışmalar yaşanır..

İsmet Paşa, bu durumu 19 Mayıs 1923 tarihli şifresiyle Hükümet Başkanlığına bildiriyor ve : “Hükümet kararının acele bildirilmesini istiyor.

İsmet paşa bu telgrafına üç gün geçtiği halde cevap alamaz. 22Mayıs 1923 tarihinde “acele” kaydıyla. Hükümet başkanlığına şu şifreyi çeker:

Yunan tazminatına karşılık, Türkiye’ye Karaağaç ve yöresinin bırakılması ile ilgili olarak İhtilaf Devletleri’nce yapılan teklif konusunda hükümet görüşünün bildirilmesini 19 Mayıs 1923 tarih ve 17 sayılı telgrafla istirham etmiştim. Zatı Devletleri’nin emirlerinin çabuklaştırılması istirham olunur.

Rauf Bey, İsmet Paşa’nın iki telgrafına, 23 Mayıs 1923 tarihinde cevap veriyor.

Cevabın birinci maddesi şöyledir:

“Karaağaç’a karşılık tazminat parasından vazgeçemeyiz.”  ……   …………….  ………………..

İsmet paşa ile Rauf Bey arasında görüş ayrılığı sürer. İsmet Paşa, Yunan tazminatı konusu üzerindeki görüşünü şöyle bildiriyor: “Karaağaç ve yöresini bize bırakan teklifi kabul ederek Yunan tazminatı konusunun kapatılması zaruretine uymak yerinde olur.

Ve İsmet Paşa ile Rauf Bey arasında görüş ayrılıkları devam eder.  İsmet paşa düşüncelerini bildirir.

İsmet Paşa: “Kararım özetle şudur. Milli çıkarlarımıza uygun ve elde edilebilecek en iyi şartları içine alan bir barış antlaşması hazırlanmaktadır. Gerek Yunan tazminatı konusunda gerek diğer meselelerde, hükümet daha fazla menfaatler elde etme imkanını görmekte ve görüşmelerin kesilmesini göze almakta kararlı ise, ben bu görüşe katılmıyorum. Bu noktayı açıkça ve hemen bana bildirilmesini Hükümet Başkanı’ndan istiyorum. Aramızda uyuşma olmadığı takdirde, görevim delegelerimizi burada bırakarak memleketime dönmek ve Hükümet’e durumu bir defa da sözlü olarak açıkladıktan sonra, savaş ve barış alanında sorumluluk mevkiimi sona erdirmektir.”

İsmet Paşa’nın telgrafının son maddesi şudur: “Düşüncelerimin aynen Büyük Millet Meclisi Başkanı’na (yani bana) bildirilmesini istirham ederim.”

Efendiler,bu verdiğim bilgilerden ortaya çıkan sonuç şudur: İsmet Paşa, Karaağaç’a karşılık Yunan tazminatı meselesinin çözüme bağlamayı uygun görüyor; hazırlanmakta olan antlaşmanın elde edilebilecek en iyi şartları içine aldığı görüşünü belirtiyor. Rauf Bey de, Karaağaç’a karşılık tazminat parasından vazgeçemeyiz diyor.

 

BEN İSMET PAŞA’NIN GÖRÜŞLERİNİ BENİMSEDİM

Ben Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında yapılmış olan bütün yazışmaları gözden geçirdikten sonra,  esas itibariyle İsmet Paşa’nın görüşünü benimsedim.

KUPONLAR VE İMTİYAZLARLA İLGİLİ YAZIŞMALAR İKİ TARAFI YENİDEN SİNİRLENDİRDİ

RAUF BEYİN GÖRÜŞ AYRILIĞINI, KENDİSİ İLE İSMET PAŞA ARASINDA BAŞLI BAŞINA BİR MESELE SAYMASI DOĞRU DEĞİLDİR.

RAUF BEY, GÖRÜŞMELERİ BİTİRİP BARIŞI HAZIRLAYAN İSMET PAŞA’NIN SONUÇLA İLGİLİ OLARAK HÜKÜMETİMİN GÖRÜŞÜNÜ SORAN TELGRAFA CEVAP VERMEMİŞTİ.

İsmet Paşa bekleyiş içinde geçirdiği bu günlerde çok üzülmüş. Hükümetin hiçbir cevap vermeyişini, Ankara’da bir kararsızlığın hüküm sürmekte olduğuna bağlamış. 18 Temmuz 1923 tarihinde durumu bana da bildirdi. …….   ……  …… Üç gün geçtiği halde, hiçbir cevap verilmemiş olması, en basit bir anlayışla, Hükümet Başkanı’nın işi önemsemediğini ve aldırmazlıkla karşıladığını gösterir. Bu durum karşısında, işi bitirmek için büyük ve tarihi sorumluluk yüklenerek imza kullanacak olan zatın ne kadar güç bir durumda kalacağı düşünülürse, İsmet Paşa’nın üzüntü ve acı çekmesini haklı görmek gerekir.   

İSMET PAŞA’YA BARIŞ ANTLAŞMASINI İMZALAMASINI BİLDİRDİM

İsmet paşa’nın telgrafına hemen şu cevabı verdim. Ankara 19.7.1923

İsmet Paşa Hazretleri’ne: 18 Temmuz 1923 tarihli telgrafınızı aldım. Hiç kimsede kararsızlık yoktur. Elde ettiğiniz başarıyı en sıcak ve en içten duygularımızla tebrik etmek için, antlaşmanın usulüne göre imza edildiğinin bildirilmesini bekliyoruz, kardeşim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkomutan, Gazi Mustafa Kemal.

İSMET PAŞA’NIN ÇEKTİĞİ IZDIRAP

İsmet Paşa bu telgrafıma cevap verdi. Lozan, 20.7.1923

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne

Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim.

İsmet

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASINI HAZIRLAYAN VE İMZALAYANLARA TEŞEKKÜR VE KENDİLERİNİ KUTLAMA

Efendiler, İsmet Paşa, 24 Temmuz 1923 günü antlaşmayı imzaladı. Kendisini tebrik etmek zamanı gelmişti. Aynı gün şu telgrafı çektim:

Lozan’da Delegeler Hey’eti başkanı

Dışişleri Bakanı İsmet Paşa Hazretlerine

Millet ve hükümetin zatıalilerine vermiş olduğu yeni görevi başarıyla sona erdirdiniz. Memlekete birbiri ardınca yaptığınız yararlı hizmetlerle dolu ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun çarpışmalardan sonra vatanımızın barış ve istiklale kavuştuğu bugünde, parlak hizmetiniz dolayısıyla zatıalinizi, pek sayın arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Bey’leri ve çalışmalarınızda size yardım eden bütün Delegeler Hey’eti üyelerini şükran duygularımla kutlarım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Başkomutan

Gazi Mustafa Kemal

RAUF BEY KUTLAMAK İSTEMİYOR

RAUF BEY’İN YAZDIĞI VEYA YAZDIRDIĞI TELGRAF

RAUF BEY, LOZAN ANTLAŞMASINI YAPAN İSMET PAŞA’YI KUTLAMA VESİLESİYLE SUVUNMAYA ÇALIŞIYOR

RAUF BEY ZAFERLER KAZANMIŞ ORDUNUN BAŞINDA LOZAN’A GİDEN ZATA ZAFERDEN ZAFERE YÜRÜYEN ORDUNUN HİKAYESİNİ ANLATIRYOR

RAUF BEY, İSMET PAŞA İLE KARŞI KARŞIYA GELEMEM ONUN KARŞILANMASINDA BULUNMAM DİYOR

RAUF BEY, DEVLET BAŞKANLIĞI MAKAMININ GÜÇLENDİRİLMESİNİ TEKLİF EDERKEN NE DÜŞÜNÜYORDU

MEMLEKETE VE MİLLETE KİMLER HİZMET EDERSE HAVARİ ONLARDIR

Ali Fuat Paşa ile de kısa bir görüşme yapıldı. Fuat Paşa bana şöyle bir soru sordu: Senin şimdi “havari”lerin kimlerdir?  Bunu anlayabilirmiyiz.

Ben bu sorudan bir şey anlamadığımı söyledim. Paşa, ne demek istediğini açıkladı. O zaman ben de şunları söyledim:

Benim “havarilerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, bu hizmete layık ve muktedir olduğunu gösterirse, “havari” onlardır.

RAUF BEY’İN HÜKÜMET BAŞKANLIĞI’NDAN ALİ FUAT PAŞA’NIN BÜYÜK MİLLET MECLİSİ İKİNCİ BAŞKANLIĞINDAN ÇEKİLMELERİ

YENİ TÜRKİYE DEVLETİNİN BAŞKENTİ: ANKARA

Efendiler, Lozan Antlaşmasının eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolü uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye’nin toprak bütünlüğü fiili olarak sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye Devleti’nin başkentini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye’nin başkenti Anadolu’da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu.

Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923 tarihli tek maddelik bir kanun tasarısını Meclis’e teklif etti. Altında daha on dört kadar zatın imzası bulunan bu kanun teklifi,  13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşme ve tartışmalardan sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kabul edilen kanun maddesi şudur. “TÜRKİYE DEVLETİ’NİN BAŞKENTİ ANKARA ŞEHRİDİR.”

MECLİS’TE FETHİ BEY’İN BAŞKANLIĞINDAKİ HÜKÜMET’E VE FETHİ BEY’İN ŞAHSINA KARŞI SATAŞMALAR VE TENKİTLER BAŞLADI

FETHİ BEY’İN BAŞKANLIĞINDAKİ HÜKÜMET İSTİFA EDİYOR.

HÜKÜMET LİSTELERİ VE HÜKÜMET BAŞKANLIĞI’NA SEÇİLECEĞİ TAHMİN EDİLEN KİMSELER

MİLLİ HAKİMİYETİMİZİ HER ŞEYE VE HER ŞEYE KARŞI KORUYALIM DİYEN ZAT

PARTYİ YÖNETİM KURULU KESİN BİR HÜKÜMET LİSTESİ HAZIRLAYAMADI

CUMHURİYET’İN İLANI KARARINI NEREDE VE KİMLERE SÖYLEDİM

CUMHURİYET’İN İLANI İLE İLGİLİ KANUN TASARISINI İSMET PAŞA’YLA BİRLİKTE HAZIRLADIK

29 EKİM 1923 GÜNÜ HALK PARTİSİ’NDE YAPILAN GÖRÜŞMELER

BEN GENEL BAŞKAN OLARAK MESELENİN ÇÖZÜMÜNE MEMUR EDİLDİM

28/29 EKİM GECESİ HAZIRLADIĞIM KANUN MÜSVEDDESİNİ TEKLİF ETTİM

HÜKÜMETİMİZİN ŞEKLİ MUTLAKA CUMHURİYET OLACAKTIR

TEKLİFİM PARTİ GRUBU’NDA VE HEMEN ARKASINDAN MECLİSTE GÖRÜŞÜLDÜ VE “YAŞASIN CUMHURİYET” SESLERİ ARASINDA KABUL EDİLDİ

TÜRKİYE CUMHURBAŞKANLIĞI’NA TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ OY BİRLİĞİ İLE BENİ SEÇTİ

CMHURİYET’İN İLANI ÜZERİNE MİLLETİN DUYDUĞU GENEL VE SAMİMİ SEVİNCE KATILMAKTAN ÇEKİNENLER

24 TEMMUZ 2004 Tarihinde Gazeteci Hasan PULUR’un yazdığı ve gazetedeki köşesinde yayınladığı yazı;

Bugün saat 1509, da ‘tüyleriniz diken, diken olduğunda’lütfen bu olayı hatırlayın.

İsmet İNÖNÜ, 24 Temmuz 1923’te saat tam üçü dokuz geçe Lozan Antlaşmasına imzasını attı. İsmet Paşa’nın attığı bu imza ile Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni Türk Devleti kurulmuş oluyordu.

HASAN PULUR YAZIYOR: *

Trakya, Yunanistan’ın olacaktı, İstanbul uluslararası şehir olacaktı, Batı Anadolu, Yunan sömürgesi olacaktı, Doğu Anadolu Ermenistan olacaktı, Antalya, İtalyan sömürgesi olacaktı, ordumuz donanmamız olmayacaktı, “Saray” büyük, küçük bütün devletlerin denetiminde olacak, Orta Anadolu’da bir, iki vilayet “Saray”ın çiftliği olacaktı, Boğazlar ve bütün kurumlar, “Saray”ın esir hükümetleri vasıtasıyla yabancı kontrolü altında bulunacaktı….

Bu gazetenin kurucusu ve Lozan Konferansı’nı izleyen gazeteci Ali Naci Karacan, Lozan’ı anlatan kitabında, Serves Antlaşması’nı yukarıdaki gibi belirtir ve devam eder…

“Türk Milleti köle, yabancılar ve Hıristiyanlar, Türk Milletinin efendisi olacaktı. Nüfuz bölgeleri, coğrafi birliği, milli eğitimin kontrolü, milli birliği imkansız bırakacak, yabancılara bağışlanan imtiyazlar kazanç hakkını kaldırarak, Türkler dağıtılacaktı. Akdeniz ve Marmara sularında bir daha Türk Bayrağı görünmeyecekti. İstedikleri bu idi !” (x)

Bunu silahla kabul ettiremediler, Kurtuluş Savaşı’nda istediklerini yaptıramadılar, ama Lozan’a da aynı kafayla geldiler, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 3 Şubat 1923 günü Lozan Konferansı’nın ilk bölümünde, Türk heyetinin önüne bir antlaşma uzattı ve tehdit etti:

“Türkiye’nin imza edeceği en iyi antlaşma budur… Eğer imza etmezse, Türkiye düşünsün! Asya’nın görünmez derinliklerinde kaybolur.”

***

BÖYLE diyordu, mağrur İngiliz Lordu, sanki Anadolu’da savaşı onlar kazanmıştı. Konferans yarıda kaldı, batılılar, “Türkler, son teklifleri reddettiler” diye haber yayıyorlardı.

Gazeteciler İsmet Paşa’ya koştular:

“Ne oldu Paşam”?

Paşa gayet sakindi, sekiz kelimeyle durumu özetledi:

“Ne olacak, hiç … Esaret altına girmeyi kabul etmedik.”

Daha sonra, bu kısa açıklamaya birkaç kelime ekledi:

“Bütün fedakarlıkları yaptım, her şeyi kabul ettim, fakat memleketin iktisadi esaretini reddettim.”

***

ARADAN aylar geçti, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması imzalandı…

Ali Naci Karacan, imza törenini şöyle anlatır.:

Antlaşmayı imzalaması için ilk İsmet Paşa davet edildi. Türkiye baş delegesi yerinden kalktı, masaya yürüdü, tam ortasına gelince durdu, sağ elini iç cebine götürerek, oradan renkli bir muhafaza çıkardı, açtı, içinden bir altın kalem aldı, Gazi Mustafa Kemal’in, vatanın kurtarıcısı büyük ata’nın, antlaşmayı imzalamak için kendisine gönderdiği tarihi kalemle, antlaşmaya, 24 Temmuz 1923’te saat tam üçü dokuz geçe imzasını attı. İsmet Paşa’nın attığı bu imza ile Osmanlı İmparatorluğu tasfiye edilmiş ve yeni Türk Devleti kurulmuş oluyordu.”

TÜRK GENÇLİĞİNE BIRAKTIĞIM EMANET

Saygıdeğer efendiler.

Sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum. Nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikayesidir. Bunda milletim için ve gelecekteki evlatlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.

Efendiler. Bu nutkumla, Milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, İstiklalini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan Milli ve Çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen Milli felaketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.

Bu sonucu Türk Gençliğine Emanet Ediyorum.

Ey Türk Gençliği;

Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır.

Bir gün, İstiklal ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.

İstiklal ve Cumhuriyet’ine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk İstikbalinin evladı!

İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyet’ini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.  – 20 EKİM 1927

NOT: Yukarıda özetlemeye çalıştığım yazı; T.C. Ülkemizin kurtarıcısı ve T.C. Devletimizin kurucusu Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış olan NUTUK da bulunan “LOZAN BARIŞ KONFERANSI SÜRECİ İLE İLGİLİ BÖLÜMLERİN BAZILARINI KAPSAMAKTADIR.”

NUTUK;

15 Ekim 1927; Cumhuriyet Halk Partisi “II. Büyük Kongresi”nin Ankara’da toplanması ve ATATÜRK’ün 36 saat 33 dakika süren Büyük Nutkunu okumaya başlaması.

20 Ekim 1927 ATATÜRK’ün Parti Kongresi’nde okuduğu Büyük Nutku’nu bitirişi.

“….….  ….bu gün ulaştığımız netice, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin doğurduğu uyanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu neticeyi. Türk Gençliğine emanet ediyorum. Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. …  . Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.!”

Kaptan, Saim OĞUZÜLGEN

BAUTÜRBAM Kurucu Müdürü (Eski)

İTÜ Türk Boğazları Denizcilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Onursal Başkanı

*  MUSTAFA KEMAL ATATÜRK NUTUK (CEREN YAYINCILIK)

*  HASAN PULUR YAZIYOR, Milliyet Gazetesi …………………………….

 


Bunları da beğenebilirsin