Denizcinin anasayfası

Muhsin Divan’ı rahmetle anarken

İki sene önceydi..Duydum ki Muhsin Divan vefat etmiş.. Şaşırdım ve alabildiğine üzüldüm.

Haberde deniliyordu ki; “Ali Muhsin Divan vefat etmiştir. Merhumun cenazesi 11 Haziran 2022 Cumartesi günü Üsküdar Fıstıkağacı Kuruçeşme Camii’nden ikindi namazını müteakip kaldırılacaktır.”

Muhsin Divan, Kuzguncuk semtinin hayranı idi.. Ben de Kuzguncuk sokaklarında yürürken bu semtin sihrine kapılırdım. Ahşap ev mimarisinin nice renklerle korunduğu bu efsunlu semti koruyanlara hep teşekkür ederdim. Kuzguncuk kültür mozaiğinin yıllardır temsilcisi olmaya devam ediyordu. Muhsin Divan da bu efsunlu köyün çok renkli bir insanı olarak yaşadı ve hiç beklenmedik bir zamanda Covid-Corona’dan vefat etti.

Muhsin Divan kimdi

Delmar Safety

1954 yılında İstanbul Ortaköy’de doğdu. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Fenerbahçe eski Yönetim Kurulu Üyesi olan Divan, 1997’den bu yana İFSAK üyesiydi. Türkiye’de katılmadığı bilgi yarışması programı kalmayan Divan, işin sırrının ‘çok okumak’ olduğunu söylüyordu. Koronavirüs bu kez, “Üstad” lakabı ile tanınan, Muhsin Divan’ın yaşamını yitirmesine neden oldu.

Siyaset öncelikleri arasında olmasa da bir süre Doğru Yol Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve Üsküdar Belediye Meclis Üyeliği de yaptı. İMEAK Deniz Ticaret Odası’na “Geleneksel Fotoğraf Yarışması” önerisini getirmiş ve gerek anlamda geleneksel olmasının öncülüğünü yapmıştır.Muhsin Divan Covid-19 sebebiyle tedavi gördüğü hastanede hayata veda etti. Sınırsız denecek kadar bilgi sahibiydi.

Bir TV programında yarışmadayken evine hırsızlar girdi

Muhsin Divan bir televizyonda yayınlanan yarışma programında yarışmacı iken, evi hırsızlar tarafından soyulmuştu. Çekimlerde olduğu saatlerde eve giren hırsızlar, 30 yıldır topladığı değeri 200 bin dolar olan 80 koleksiyon saat ve 7 özel objektifi ile 300 yıllık antika vazoyu alarak kaçmışlardı. Olay sırasında çekimde olduğunu belirten Muhsin Divan, 30 yıl boyunca dünyanın dört bir yanından topladığı saatleri, çocuğu gibi sevdiğini söyleyerek; “Hırsızlar muhtemelen takip ederek eve girmişler. Çaldıkları saatler ve vazo yeri doldurulamaz şeyler. Türk polisinin en kısa zamanda hırsızları yakalayacağından eminim” demişti.

Muhsin Divan, Desan Deniz İnşaat Sanayi Anonim Şirketi İcra Kurulu Başkanı olarak da görev yapmıştı.

Babası Hüseyin Avni Divan Kaptan’dır.4 Mart 2022’de vefat etti. Üsküdar Fıstıkağacı Camii’ndeki öğle namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı’nda sonsuza uğurlandı..

Neyazıktır ki babasının vefatından üç ay sonra Muhsin Divan 10 Haziran 2022 günü vefat etti. Cenazesi 11 Haziran 2022 Cumartesi Üsküdar ilçesi Fıstıkağacı Kuruçeşme Camii’nde kılınan ikindi namazına müteakip Karacahmet Mezarlığı’ndaki aile kabristanında babasının yanına defnedildi.

Bahri Divan amcası idi. Bahri Tic. Ltd.Şti. ‘nin kurucusu idi. 1 Aralık 2005 Perşembe günü vefat etmiş ve cenazesi 2 Aralık 2005 Cuma günü Üsküdar ilçesi Fıstıkağacı Kuruçeşme  Camii’nde kılınan ikindi namazını müteakip Karacahmet Mezarlığı’ndaki aile kabristanında defnedilmişti.

Bahri Divan’ın kurduğu şirketi “Bahri Ticaret Limited Şirketi” idi. Fıstıkağacı, Selamiali Mah. Şehit Asteğmen Halil Ögel Sokak. No.19 D.1 Divan Apt. Üsküdar olarak kayıtlıdır.

Muhsin Divan’ı çok yakından tanımışımdır. Kültür dünyasının çok müstesna bir kişiliğiydi. O’nu dinlemek hem birçok şeyler öğrenmek olurdu ve hem de sohbeti doyumsuzdu.

Birçok merakı arasında antika dolmakalem merakını ve koleksiyonunu dinlemişimdir.

Bir zamanlar Cağaloğlu denen bir semt vardı; yokuştu ve çoğunlukla sağ tarafta kırtasiye mağazaları ve kitabevleri sıralanırdı.

Yokuşa başladığınızda sağdaki kırtasiye mağazalarından biri, Ayyıldız Kırtasiye idi. Sahibi Mazhar Ayyıldız Beyefendi, Taksim’de Ayyıldız Apartmanı’nda otururdu. Devrin ünlü fotoğraf sanatçısı Othmar, fotoğraflarını satsın diye Ayyıldız Kırtasiye’ye emanet ederdi. Bu siyah

beyaz fotoğraflardan bazılarını, çok özel dolmakalemlerin sıralandığı vitrine koyarlardı. Dolmakalemleri seyretmek, bir başka özlem gibiydi. Mağazaya girildiğinde sağdaki raflarda siyah, lacivert, kırmızı, yeşil mürekkep şişeleri ayrı bir heyecandı.

Dolmakalem tutkunlarından biri Cağaloğlu Yokuşu’nun müstesna bir feylesofu diyeceğim Doğan Hızlan ve diğeri Muhsin Divan idi.

Muhsin Divan kitaba olan bir tutkunlukla büyümüş, sonra fotoğraf sanatına vermiş kendini. Dolmakalem sevdalısı olmuş. Koleksiyonunda 600 özel dolmakalem vardı. Kendisiyle sohbet ettiğim 2003 yılında, masasına tutkun olduğu antika dolmakalem çantasını çıkartmış ve bana birer birer özelliklerini anlatmıştı.Sonraki yıllarda bu antika dolmakalemlerinin sayıları çok daha fazla olmalıdır. Birkaç yıl önce kendisi selamlarını göndermiş ve anlatmıştı.

Anlatısı şiir gibidir ve demişti ki: “Bizler, ansiklopedistler çağının çocuklarıyız. Televizyon ile ancak 20’li yaşlarımızda tanıştık. 60’lı yılların Türkiye’sinde, eğer üstelik bir de taşrada yaşıyorsanız, dünyanız özellikle akşamları yoğun bir parazit içerisinde dinlemeye çalıştığınız radyo, sinemada izlediğiniz klasik çağ Amerikan sineması ya da melodramik bir Türk filminden ibarettir.

 

Kuzguncuk sevdalısı olan Muhsin Divan Müzesi’ni Kuzguncuk’taki evlerden birinde gerçekleştirmeyi hayal ederdi.

Elbette bir de ender sayıda siyah beyaz fotoğraf içeren, meyhane baskısı gazete… İşte hepsi bu! Ama sizin bilgiye, öğrenmeye susuzluğunuz varsa bunlar yetmez, o zaman ansiklopediler devreye girerdi. Ciltleri alırdık başucumuza, gecenin geç saatlerine kadar sayfa sayfa fasikülleri roman okur gibi okurduk. Resimli Bilgi, Hayat Ansiklopedisi, Cumhuriyet

Ansiklopedisi, Gökkuşağı, Meydan Larousse gerçek birer sevdamızdı. Evrenin, dünyanın, ülkemizin, insanın, tarihin, coğrafyanın gizemli renkleri, muhteşem bir bilgi birikimi olarak belleğimize akardı. Üstüne Jules Verne’i okuduğunuz zaman da adeta yaşama sevinciyle coşardınız. 1970’lerle 20’li yaşlara girdiğimizde; yakın ya da uzak çevremizde, geçmişte ya da günümüzde yaşanan, hissedilen, sevilen, yaratılan, etkileyen hemen her şeye ilgi duyan, merak eden, araştıran, arayan, en sonunda da biriktiren birisi oluvermiştik. “

20 bin cildi aşkın kitap

Kitap öylesine bir tutku idi ki; evimizden çarşıya minibüsle gidilirken, ben yol parası vermez, yürüyerek gider gelir, yol parasını da kitaba yatırırdım. İlk merak duyduğum konu, belki de doğal olarak kitaptı. O günlerden bugüne 30 yıl geçti. Bu tutkum biraz bibliyomaniye dönüştü. Bugün 20 bin cildi aşkın kitabı barındıran kütüphanem, kendi kuşağımın iddialı kütüphanelerinden birisi sayılır diye düşünmekteyim.

Jules Verne okuyup da coğrafya tutkusuna kapılmamak mümkün müdür?

Coğrafya Atlasları’na merak sardım. Ülkemizde, yurt dışında, müzayedelerde, bit pazarlarında, sahaflarda dolaştım durdum. 19. Yüzyılın ikinci yarısı ile 20. Yüzyılın ilk yarısını kapsayan döneme ilişkin Coğrafya Atlasları’nı topladım, topluyorum. Şu anda 120 cildi geçtim. Çok keyif verici bir koleksiyon olduğunu söyleyebilirim. Belirlediğim zaman diliminin en iyi atlasları, Hitler dönemi Almanya’sına ait. Bu atlaslar, Nazi İmparatorluğu’nun ihtişamını yansıtan özenli baskıları, lüks ciltleriyle gözleri kamaştırıyor.

400 adet eski fotoğraf makinesi

Bakmak, fiziksel bir eylemdir. Görmek ise daha duygu yüklüdür. İkisinin arasındaki farkı algıladığınızda, fotoğraf bir tutku olur çıkar. Fotoğraf sanatını çok seviyorum. Bir İFSAK’lı olmakla gurur duyarım. İşin biraz da fetişist tarafı bulaştı bana. Yıllardır eski fotoğraf makinelerini topluyorum. Zeis İkon’lar, Leica’lar boy boy diziliverdi raflarımda. Elbette bu konuda çok saygı duyduğumuz üstadımız Hilmi Nakiboğlu’nun Fotoğraf Müzesi’yle ölçülemez ama bende de 400 makineye ulaşan eski fotoğraf makinesi koleksiyonumu çok önemsiyorum.

Geçen yüzyıla tanıklık etmiş ilginç örnekler var elimde. Mesela, Sultan II. Abdülhamit’in saray fotoğrafçılarından Karakaş Kardeşler’e ait 1902 model, inisiyalli Kodak Folding makine başucumda duruyor.

Yazıda dolmakalem kullanmak çok keyif vericidir

Yazmak hep ilgimi çekmiştir. Babamın el yazısı çok güzeldi. Hani inci gibi derler ya, işte öyle. Bense yazısı güzel olan birisi değilim, hatta el yazım çirkin bile sayılır. Ancak dilbilgisine ve imlaya özen göstermeye çalışırım. Duygularımı günlüğüme el yazısı ile yazmak hoşuma gidiyor.

Yazıda dolmakalem kullanmak çok keyif vericidir. Dolmakalem, insanın kullanabileceği en kişiye özel araçlardan birisidir. Duyguları, sevdaları ifade etmekte eşsiz bir fonksiyonu vardır. Günümüzde bunu anlamak biraz zordur.

Artık sevgililer bile ‘chat’ yolu ile ya da cep telefonundan SMS marifetiyle mektuplaşıyorlar. Oysa sevgilinize mektubunuzu dolmakalemle yazsanız, aşkınızın titreşimleri dolmakaleminizin 18 ayar altın ucunun eşsiz duyarlılığı ile yazınıza yansısa, küçük bir damla gözyaşı da yazınızın üstüne düşüp, duygu yüklü bir mürekkep lekesine dönüşse….. Çok mu romantik olurdu?

Dolmakalem tutkusu bir başkadır; İlginçtir dolmakalem, ritüelleri vardır. Dolmakalemin kapağını daima sahibi açmalıdır. Çünkü siz, dolmakalemin kapağının çekilerek mi yoksa çevrilerek mi açılacağını bilemezsiniz. İlle siz açacaksanız, önce çekmeye çalışmayacaksınız. Önce çevireceksiniz, açılmıyorsa çekeceksiniz. Böyle yaparsanız, kaleme zarar vermemiş olursunuz.

Aslında her dolmakalemin ucu sahibine göre kişner. Sahibinin yazış biçimine göre şekillenir. Dolayısıyla bir dolmakalemi sahibinden başkasının kullanması yanlıştır. Burada bir uyarıyı da yapmak gerekir ki, dolmakaleminizi zorunlu olarak bir başkasına kullandıracaksanız kapağını asla vermeyecek, avucunuzda sıkı sıkıya muhafaza edeceksiniz. Aksi takdirde bırakın kalemin ucunun harabiyetini, kaleminiz hiç geri gelmeyebilir!

600 civarında dolmakalemim var

Dolmakalem koleksiyonumu çok büyük bir hassasiyetle geliştiriyorum. Hemen hepsi ‘Limited Edition’ olan 600 civarında dolmakalemim var. Bu kalemlerin kutuları çok özgün olduğundan, kutularını da muhafaza ediyorum.

Bana göre dünya dolmakalemciliğinin kalbi Kuzey İtalya, yani Rönesans İtalya’sıdır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ev atölyelerinde üretilmeye başlayan İtalyan dolmakalemleri,

bugün de İtalya’da aynı hassasiyetle, sanatsal kaygılar bir kenara konmadan ama endüstriyel yapıya kavuşan kurumlar tarafından üretilmeye devam ediyorlar. Pek çok ünlü insana, pek  çok tarihsel olaya atfedilen bu kalemlerin hepsinin bende özel bir yeri var. Onlar adeta benim birer dostum.

Konuşuyorum onlarla, dertleşiyorum. Bu arada dolmakalemlerin yakın (macro) görüntülerinden oluşan ‘Stilografya’ isimli saydam fotoğraf gösterilerimle hem dolmakalem kültürünün yayılmasına hizmet etmeye çalıştığımı hem de fotoğraf dünyasında oldukça sükse yaptığımı itiraf etmeliyim.

 

Kristal mürekkep Hokkaları ve Kağıt açacakları,

Cam Kağıt ağırlıkları koleksiyonu

Koleksiyonumda 100’den fazla hokka, 200’den fazla cam kâğıt ağırlığı var Bir koleksiyona başladınız mı arkası gelmez. Dolmakalemlerin yanına hokka koleksiyonu yakışır deyip, yola koyuldum. Osmanlı’ya, Cumhuriyet’in ilk dönemine ve Avrupa kültürüne ait pek çok hokka topladım. Kristal, porselen, çini, mineli ya da minesiz metal, kemik, ağaç, aklınıza gelen hemen her malzemeden yapılmış hokkalar, adeta geçmiş zamanların sessiz birer tanığı olarak sıralanıyorlar. Sayımız şimdilik 100 civarında. Toplamaya devam ediyorum.

Venedik’te Murano yapımı cam kâğıt ağırlıklarını gördüğümde, işte yeni bir koleksiyon konusu demiştim. Beş yıldır cam kâğıt ağırlıkları birikiyor, sayıları 200’ü geçti. Camın büyülü dünyası, muhtelif renkleriyle özellikle de ışıkta harika gözüküyorlar.

İş bu ölçüde büyüyünce, zarf açacakları boynu bükük kalmıştı, hemen toplamaya başladım. Yine pek çok değişik malzemeden yapılmış, yine meçhul zamanlara ait zarf açacaklarımın sayısı şimdilik 70 civarında. Bu sayının artması gerekli…”

Köstek saatler bir sihirli dünyadan gelmiş gibiydiler

Koleksiyonlarımla meşguliyetlerim sürerken zaman akıp gidiyordu. Zaman… Dördüncü boyut… Zamanı belirleyen, insan emeğinin, göz nurunun en ince, en zarif ürünleri olan saatleri nasıl unutabilirdim ki? Oysa, delikli demir çıkmış, mertlik bozulmuştu. O muhteşem mekanik saatlerin tahtı yıkılmış, “Quartz” dediğimiz, elektronik saatlerin egemenliği dünyayı kasıp kavuruyordu. “Tiktak” sesini duyamaz, saniye ibresinin o su gibi akışını göremez olmuştuk.

Ben buna tahammül edemezdim. Bir yandan mekanik kol saatleri, öte yandan da köstekli saatler beni müthiş cezbediyordu. Hemen harekete geçildi. Saat kültürü; çok sofistike, insanı içine alınca bırakmayan sarmal bir dünyadır. Bugün her markadan bir adet olmak üzere 150 adet kol saatim var. Elbette altın değiller. Ben çelik saatleri beğeniyorum.

Hem çok daha ucuzlar, hem daha şıklar. Saatte önemli olan mekanizmasıdır. Bence altın bir kasa, o güzelim mekanizmaya haksızlık ediyor, onu ezerek kendi ön plana çıkıyor. Bunu doğru bulmuyorum. Köstekli saatlerde ise durum biraz farklı. Bunlar, çağlarının gereği olarak altın yada gümüş kasa olarak üretilmişler. Hepsi birer sanat şaheseri. Sayımız 80 civarında.

Saatlerin yanına koyduğum bir başka koleksiyon konum, küçük çanlar. Bunlar Osmanlı kültüründe de var. Hizmetçi çanı olarak, yemek takımının bir parçası olarak konaklarda kullanılmışlar. Dünyanın gezdiğim her yerinden topladığım çanlarımın sayısı 300’ü buldu. En güzel çanlarımı da yine İtalya’dan Pisa’dan aldım. Şu İtalyanlar’a hayranım doğrusu… Sanatların en zarif örneklerini sergilemekte pek mahirler.

TV’de Bilgi yarışmasının kahramanı olmuştu

Geçtiğimiz yıllarda, böylesine bir koleksiyon çılgınlığı içerisinde iken, bir yandan da televizyonlardaki bilgi yarışmalarına katılma gayretlerim sürüyordu. Pek çok bilgi yarışmasına katıldım, ödüller aldım. Bu işten çok keyif duyuyorum. Zaten ülkemizde bilgi başka neye yarıyor ki?… Başlangıçta, özellikle sinema kültürümün zayıf olduğunu biliyordum.

Bu yanımı güçlendirmeliydim. Atilla Dorsay’la başladım. Onun kitaplarının kılavuzluğunda sinema dünyasına daldım. Klasik sinema müthişti. Klasik sinemaya ilişkin DVD’leri biriktirmeye başladım. Şimdi, yaklaşık 2500 civarında DVD sahibiyim. Hepsi de sinemanın klasik olmuş eserlerine ait. Üzerinden on yıl geçmemiş, böylelikle zamana meydan okumamış filmleri almıyorum. Griffit’in “Hoşgörüsüzlük”ünden, Welles’in “Yurttaş Kane”ine, Eisenstein’ın “Potemkin Zırhlısı”ndan, Keislowski’nin “Dekalog”una kadar pek çok sinema başyapıtı bana olağanüstü bir dünyanın kapılarını açtı. Sinema tutkumla çok mutluyum.

Kuzguncuk’taki bir sanat eseri olan evlerin kapılarına da hayrandı.

 

Çılgınlığın sonu yok

Şimdilik isterseniz burada bırakalım. 140 metrekare bir dairenin “istiap haddi” tam anlamıyla aşılmıştır. Çılgınlığın sonu yok ama, deniz bitti. Amacım bütün bu koleksiyonlarımı, daha yoğun bir yaşama sevinciyle dolu toplum olma yolunda değerlendirmek istiyorum. Amacım bir hobi müzesi açmak. Doğrusu, sevgili Sunay Akın’ın “Oyuncak Müzesi”ni kıskanmıyor değilim… Uygun bir mekan bulduğumda ki, bu mekana en yakışan semt, bence Kuzguncuk’tur, hemen müzemi açmak istiyorum. İstiyorum ki, çocuklar, gençler, kadınlar, özellikle de emekliler, bir koleksiyon peşinde olmanın derin hazzını duymaya heveslensinler. O zaman görülecektir ki, yaşam daha anlamlıdır, daha renklidir, daha keyif vericidir….

Muhsin Divan Müzesine Doğru….

Sözü şöyle bitirelim; Muhsin Divan’ın kültürlü insanların keyif aldıkları, kendilerini geliştirdikleri kültür ve sanat meraklarına ait ilgi alanlarına hitap eden bir müze kurmak gibi bir hayali vardı. Tüm koleksiyonunu bu müzeye bağışlayacaktı.Kuzguncuk’taki o endamlı evlerden biri “Muhsin Divan Müzesi olacak, ben de orada yaşayacağım” derdi.

Belki İstanbul Kuzguncuk sevdalısı Muhsin Divan, gün gelecek Kuzguncuk’ta adını taşıyacak müze ile anılmaya devam edecektir.


Bunları da beğenebilirsin