Denizcinin anasayfası

Ankara gemisinden iki dost isim Nejat Eczacıbaşı ve Mahmut Baler

Kaptan Şefik Gogen’in anılarından...

Kaptan Şefik Gogen, Mahmut Baler ve eşi köprüüstünde.. ( Kaynak: Şefik Gogen arşivi )

 

Ankara Gemisi Süvarisi olarak tanınan Kapt. Şefik Gogen, yaşlılık yıllarında Feneryolu’ndaki İş Bankası Evleri’nde oturmaktaydı. Kendisini birkaç kez ziyaret gitmişimdir.. Son derece memnun olurdu ve bir kanepede karşılıklı otururduk.. Yaşamından bazı anıları anlatırdı.

Anılarını geçmiş yıllarda yayınladığım gibi bu anılarından bazı makaleleri de zaman zaman muhtelif sekmelerde yayınladım.
Kapt. Şefik Gogen Meslek yaşamını hep kaydetmişti.

Delmar Safety

Bunların bir kısmı çok küçük defterlerde yer alıyordu. Bu anılarından bir kısmını bana armağan etmiştir. Fakat anılarının ve evraklarının çoğunluğu kızı Zeynep Gogen tarafından korunuyordu. Bu anıları içeren dosyaları çalışmam için emaneten bana vermiştir. Yaptığım çalışmayı “Efsanevi Kapt. Şefik Gogen” başlığı ile bir eser haline getirmiştim. Bu eserim İş Bankası Kültür Yayınlarından neşredilmiştir.  Kapt. Şefik Gogen’in Mahmut Baler’e ait hatıralarını bu notlarından naklettim.

Şöyle anlatıyordu; Süvarilik yaptığım Ankara gemisiyle Avrupa’ya seyahate çıkan tanınmış simalar arasında devlet erkanı, tanınmış aileler ve sanayiciler olurdu.

Ankara ile Avrupa limanlarına seyahat o devrin modasıydı.  Bu seferlerden bazılarında Nejat Eczacıbaşı, dostluğu yıllara dayalı arkadaşım Mahmut Baler ve zaman zaman da Fahrettin Kerim Gökay yer alırdı.

Bir sefer Barcelona’ ya yol alıyoruz. Deniz bir çarşaf gibi düzgün. İnanılmaz bir ay mehtabı var. Gece yarısından sonra köprü üstüne çıktım. Böyle zaman zaman, aklıma estiği an, gemiyi gezer, en ufak bir hataya bir ödün vermeyecek şekilde değerlendirmemi yapardım.

Baktım gezinti güvertesinde Mahmut Baler Bey ile Nejat Eczacıbaşı Bey  şezlonga uzanmış arada bir kahkahalarla gülüyorlar. Usulca yanlarından geçmeyi denedimse de Mahmut Baler “Şefik Kaptan bir acı kahveni içmek için misafirliğe gelmek isterdik..” deyince

“Estağfurullah buyrunuz  sizi köşkümde ağırlayayım..” dedim.

Gülüştük!

Köşküm dediğim haliyle bizim geminin köprü üstü..


Nejat Eczacıbaşı

 

Mahmut Baler’in Mustafa Kemal Atatürk ile anıları

Ankara’nın kocaman yemek salonunda Mahmut Baler’in masası adeta   bir gösteri  sahnesi gibi oluyor, hemen herkes  kulağını verip, onun nüktelerini duymaya çalışıyordu. Adeta tebessümlerle dolu bir yemek daveti yaşıyorduk. Fakat köprüüstünde söz döndü dolaştı. Atatürk’e ait anılarına gelince, o Mahmut Baler gitti, yerine yüreği Atatürk sevgisiyle çarpan  milli duygularıyla coşan birdiğer kişiliği  ortaya çıktı.

Mahmut Baler, Atatürk’ün yaveri Bozoyük milletvekili Salih Bozok’a hep fıkralar anlatır onu güldürürmüş. Hep ciddi olaya bir kulp takıp mizaha çevirirmiş.. Meğer Salih Bozok bu fıkraları  arada bir Atatürk’e anlatıyormuş.. O da  bu fıkraları nereden bulduğunu sorunca, benden bahsetmiş.

Atatürk; “Bu nükteleri bulmak kadar anlatmak da beceri, zeka işidir. Çağırın şu çocuğu” deyince beni  Uşakizade Muammer Bey’in evine davet ettiler.

Daveti sessizce, ama dikkatle kusursuz şekilde götüren de Latife Hanım.

Davette İzmir Valisi Abdülhalik Renda, Doktor Neşet Ömer, Ordu Kumandanı İzzettin Paşa gibi hayli önemli kişiler var. Ben elim ayağım titreyerek, içeri girdim.

Mustafa Kemal Atatürk ’ün elini öptüm. Büyük bir nezaket gösterdi, nüktelerimi dinlediğini, bunları benden de dinlemek istediğini söyledi.

O gece yemeğe kalmamı istediler. Saatler ilerledikçe, konular zenginleştikçe, kendime geldiğimi gördüm. Cesaretim arttı! O gece Salih Bozok bana Latife Hanım’la Atatürk’ün evlendiklerini gizli kalmak kaydıyla fısıldadı. Müthiş bir tarihi olayın, emsalsiz bir saadet anının ortasında olduğumu anlayınca, sevinçten havalara uçar gibi oldum. Meğer herhangi bir düğün daveti yapmaksızın birkaç yakın dostların katıldığı bir düğün gecesine ben de davet edilmiştim.

Atatürk neşe içersindeydi ve  söz bir ara  İzmir Sağlık Müdürü Doktor Şükrü Ozan Bey’in unutkanlığına dair  nüktelere geldi. Atatürk’ün son derece takdir ettiği ve sevdiği bu zât,  değerli bir doktordu, bestekardı, neyzendi. Fakat müthiş unutkanlığı sayesinde İzmir’de değil, neredeyse tüm memlekette nükte konusu olmuştur. Bir de içmeye başladı mı,  resmen körkütük sarhoş olurdu.

Söz Şükrü Bey’in unutkanlığına ait vukuatlarıyla sürüp giderken, yine böyle  dur demeden kafayı çektiği bir gece, artık evin yoluna tutmak için  Karşıyaka’daki evine gidecek ama, evini bir türlü bulamamış.

Nihayet bir polis memurunun yaklaştığını görünce seslenmiş:

-Polis bey evladım, sen Sıhhiye Müdürü Şükrü Bey’in evinin nerede olduğunu biliyor musun?

Polis memuru “ Efendim kendisini tanırım, ama evinin yeri nerededir bilmiyorum..” deyince, kendi kendine “Demek ki bizim surat, Şükrü Bey’in suratına benzemiyor..” demiş. Sonra da “Bari gel, bu zatın evini birlikte arayalım..” demiş.

Atatürk, Kuran’ı dinlemeye hayrandı

Atatürk’ün meclisine defalarca davet edilmişimdir. Dikkat ettiğim husus Atatürk’ün Kuran’ı dinlemeye olan hayranlığıydı. Ancak sesi güzel olan, makamında okuyan gerçek hafızlardan dinlemek isterdi.

Birgün yine davet edildim. O günün çoğunluk konusu Güneş-Dil Teorisi olduğundan  hayli saatler geçti gitti. Baktım ki hafiften yorgunluk başlıyor..Atatürk masanın diğer başından oturan Hafız Yaşar’ın  yaklaştığını fark edince, hayli kızarak “Sen neredesin ben adam! Kendini hasta gösteriyorsun, senin bir şeyin yok..” diye resmen azarladı.

Hafız Yaşar bir iskemleye oturunca, Atatürk kendisinde Kuran’ı Uşak makamında  okumasını istedi.

Hafız Yaşar ayağa kalktı ve “Hangi sureyi okumamı emredersiniz paşam?” deyince,

“O sana kalmış bir karar. Nasıl istersen oku” dedi.

Sustuk… Hafız Yaşar Kuran’dan bir sureyi o davudi sesiyle okumaya başlamıştı ki, Atatürk “Dur, şimdi hicaz makamına geç” dediyse, Hafız birtürlü bu makamdan okuyamadı.

Atatürk nasılsa bana dönerek: “Mahmut Bey, Kur’an okur musunuz?” diye sordu.

Her Müslüman gibi Kur’an’ı haliyle okurdum. Fakat benim hafızlığım filan yok. Müthiş  heyecanlandım. Şöylece kendimi Kur’an okuyacak şekilde sessizliğe bıraktım.

-Okurum efendim dedim.

-Buyrunuz okuyunuz, dedi.

Çok hislendiğim bir sureyi, musikiye olan bilgim ve sesimin de güzel olması sayesinde okumaya başladım. Baktım ki herkesin yüzü değişmiş.. Sadece bir ara Atatürk’ün “Mahmut Bey, durun!” sözüyle kendisine döndüm. Hicaz makamında okumamı istiyordu..Başlangıçta hüzzam makamıyla okuyordum. Hiç duraksamadan hicaz makamında okumaya başladım.

O toplantı sırasında hayli sevimli, sevimsiz sahneler cereyan etti.

Atatürk Hafız Yaşar’a öylesine kızmıştı ki “Sana Kur’an oku dedim. Hangi sureyi okumanı istediğimi sordun. Ardından hangi  makamdan okumanı istediğimi de sordun.

Nereden istersen oku! Senden şarkı mı talep ettik?

Hicaz makamında ise okuyamadın.

Kur’an’ın azametini de zevkini de berbat ettin be adam..”

Salonda çıt çıkmaz olmuştu. Atatürk, Afet İnan’a “Mahmut’a hediyesini getirin” dedi.

Derken Afet Hanım büyük boy Türk Ocağı Sigara kutusuyla geldi ve bana uzattı. Atatürk  o yıllarda çok özel tütünden yapılmış  sigaradan içmemi söylediğinde ise, “Müsaadenizle bu kutuyu değerli bir anı olarak saklamak isterim..” dedim.

Nükteleriyle ünlü “Bal Mahmut”

Savarona yatının Almanya’dan alınmasında da  Umumi Kâtip Hasan Rıza Soyak dahil olmak üzere beş kişilik bir heyetle  Berlin’e gitmiş olan Mahmut Baler Bey’in bu konudaki anıları da tarih sayfaları için  son derece önemlidir. Onun Bal Mahmut olarak anılmasındaki asıl neden ise, her hadiseyi çoğunlukla yaşadığı bir olayın muzipçe  karikatürize edilmesinden ileri geliyordu.

Kapt. Şefik Gogen süvarisi olduğu bir Koçtuğ gemisiyle sefere çıkmaya hazırlanırken,   armatör ve  sanayici Sıtkı Koçman Bey dostları;  devrin ünlü tiyatro sanatçılarından Bedia Muvahhit Hanım’ı   Akdeniz’de  sefer yapacak Kapt. Şefik Gogen’in suvarisi olduğu gemiye misafir eder.

Kaptan Şefik Gogen bu sefer  sırasında yaşadığı  hayli komik bir öyküyü anlatmıştır. Sıtkı Koçman, dinlensin, temiz hava alsın diye Bedia Hanım’ı davet edince, o da memnuniyetle bu sefere katılmış. Gemide süvarinin hanımı da varmış. Böylece iki hanım arasında bir arkadaşlık doğmuş.  Süvari gemi Afrika sahillerine yaklaşırken eşine Bedia Hanım’ı da alıp köprüüstüne gelmeleri söylemiş.

Bedia Hanım hava sıcak diye üzerine ince bir entari giymişse de  süvarinin hanımına sormuş “Hayatım, bu elbise hayli ince. Bir tarafım görünmüyor değil mi..”

O da bakmış ve “Bedia hanım size çok yakıştı. Bir yeriniz görünmüyor” demiş ve  köprü üstüne çıkmışlar.

Enfes bir hava, yakıcı bir güneş varmış..

Köprü üstünde bir süre oturmuşlar. Çaylar içilmiş ve derken  gemi Afrika sahillerine iyice yaklaşmış ve  Cezayir’in Oran limanı görünmüş.

Şefik Gogen Kaptan limanı tanıtmak için Bedia Hanım’a dönmüş ve  “Bedia Hanım Oran görünüyor…” deyince, Bedia Hanım bunu kendisine zannederek, hayli kızarmış ve ellerini üst üste koyarak “Aman süvari Bey, eşiniz hanımefendiye de sormuştum… Bir yerin görünmüyor dediği giymiştim.. Affedersiniz şimdi gider değiştiririm” deyip koşa koşa uzaklaşmış..

Mahmut Baler Bey gerçekten ağzından bal akan bir nadir kişilikti. Neyapar yapar bir Karadeniz fıkrası yapıştırırdı. Bir şemsiye fıkrası vardı ki, tipik bir Karadeniz  nüktesidir;

Müthiş yağmur yağıyormuş. Genç bir Karadenizli bir dükkandan içeri dalmış, bakmış ki çeşit çeşit şemsiyeler var.

-Ha ver bakayum bana en eyusinden öyle bir şemsiye, diye tezgahtara seslenmiş.

Tezgahtar hangi şemsiyeyi açtıysa beğenmemiş, ama sonunda birinde karar kılmış ve sormuş:

-Ha bunun fiyatı nedur?

Tezgahtar bir fiyat söylemiş. Karadenizli başlamış pazarlığa ve sonunda anlaşmışlar.

Karadenizli genç şemsiyenin parasını ödeyip şemsiyeyi alınca iyice açmış. Ardından belinden bir bıçak çıkartıp  birkaç yerinden delmeye başlayınca, tezgahtar gözleri faltaşı açılmış halde “Yahu ne yapıyorsun.. Yepyeni şemsiyeyi kalbura çevirdin” deyince Karadenizli cevap vermiş:

-Ha kesmeyecağum da, rahmetin  dinip dinmediğünü nasıl anlayacağım!

Mahmud Baler’in yaşadığı  İstanbul, haliyle Osmanlı devrinin renkleriyle yüklüydü. Onun

içindir ki, nüktelerinde  İttihat Terakki zamanından buyana gelen birçok tanınmış sima ile bağlantılı  olayı, mizah çizgileri içersinde nükteleştirerek anlattığından bunlar   alışılmış  komiklikler olarak algılanamazdı. Yine de özünde zerafet olan bu nükteleri zaman zaman zevkle dinlediğimizi itiraf etmeliyim.

Aklımda kaldığından  hatıratıma kaydettiğim bir fıkrası 1900’lerin İstanbul’da geçer. O devrin Bektaşi tiplerinden Mahmud Hoca  elleriyle kurduğu leziz rakı mezeleriyle, ve haliyle rakı sofrasıyla dost meclislerinin ayrılmaz bir ismi olurmuş.  Mahmud Hoca için Ramazan ayı dahi rakı sofrasının düzenlenmesini etkilemediğinden  akşam oldu mu, Mahmud Hoca’nın ayık gezdiği de bilinmez.

Bir ramazan akşamı Mahmud Hoca  meyhanenin  birinde kafayı çekmiş, sonra da  Bebek’teki evine gitmek üzere  çift atlı bir tramvaya tabelasına bakmadan binmiş.

Biletçi geldiğinde “Evladım,  bana bir Bebek bilet bileti var. deyince, biletçi cevaplamış:

-İyi  ama beybaba bu Yedikule tramvayı,yanlış bindin..”

Mahmud Hoca ; “Aman durdurun da ineyim, deyip doğrulmuş.

Tramvaydan inmiş, derken bindiği birdiğer tramvay biletçisinden yine Bebek için bilet

istemiş.

Biletçi “Beybaba bu Topkapı tramvayı” deyince “Yine mi yanlış bindik “ diyerek inmiş ve   sarı plakalı Bebek tramvayını beklemeye başlamış.

Nihayet tüm dikkatini toplayıp gelen tramvaya binmiş ve ikişer kişilik kanepelerden birine kurulmuşsa da resmen etrafa anason kokusu yayıldığından  elinde tesbih olan bir başka hoca söylenmeye başlamış.

Sarhoşluk bu ya, Mahmud Hoca bir ara  nereye gittiğini unutmuş ve yanındaki hocaya:

-Kuzum  hoca efendi.. Bu tramvay nereye gidiyor, diye sorunca, zaten onun  mübarek günde içki içmesine sinirlenen hoca gözlerini açarak:

-Cehenneme demiş.

Duyduğundan hayretler içinde kalan Mahmud Hoca  sallana sallana yerinden doğrulmuş, ve biletçiye seslenmiş:

-Biletçi Bey oğlum aman vatmana söyle..  Tramvayı durdursun. Ben yine yanlış binmişim!

Mahmut Baler’in başına gelenler

Mahmut Baler’in İstanbul Ambarlı’da çiftlik  gibi büyük bahçeyle çevrili bir evi vardı. 27 Mayıs 1960 İhtilali sırasında onu da bintürlü iftirayla alıp götürdüler. Evinde yemek yerken  öğle saatlerinde bir ciple gelen bir yüzbaşı gayet nazik bir şekilde de olsa alıp Merkez Kumandanlığı’na götürmüş.

Mahmut Baler  önce Davutpaşa Kışlası’nda resmen sefalete maruz kaldı. Sadece kendisi değil,  oraya sevkedilen Raif Dinçkök, Nihat Bekdik, devrin ünlü flim ve tiyatro yıldızı Cahide Sonku’yla da anılan Tütüncü İhsan, daha başka milletvekilleri ile Yakup Soyugenç’in ortağı Fritman isimli bir Musevi tüccar da varmış.

En acıklı olayı bile güldürü haline çevirmek gibi meziyetinden dolayı, Mahmut Baler  sonraki yıllarda  Davutpaşa- Balmumcu Kışlalarındaki mahpusluk yaşamını tam bir komediye çevirmiştir.

Fritman hakkında anlattığı eğer abartmıyorsa, kuşkusuz hayli güldürü doluydu. Balmumcu Kışlası’nda kaldıkları koğuşta  haftada bir gelen mektupları okumak büyük heyecan yaratırken, Fritman’ın  hüngür hüngür ağladığını görürler.

Gider sorar  “Ne o Fritman akrabalardan birisi mi vefat etti?”

Fritman hem ağlar ve hem de “Yok canım.. Benim  karı hüzünlenmiş.. Aman ne dertli şeyler yazmış! Bitirdi beni” deyip, “Al sen de oku, sen de benim gibi ağlarsın” deyip mektubu uzatmış.

Mahmut Baler mektubu alıp okumaya başlayınca,  biraz sonra gülmekten patlayacak gibi olur ve der ki “ Yahu Fritman, senin karının mektubuna sadece ikimiz ağlamayalım. Yüksek sesle okuyayım da koğuştaki arkadaşlar da tanık olsun.”

Ve başlamış okumaya “Pis herif.. Yeter artık, seni  tutukladılar diye benden hergün  yeni bir şey istiyorsun.. Hergün seninle mi uğraşacağım..Çekemem artık seni..Ne halt edersen et!”

Mahmut Baler’in  Yassıada Mahkemeleri ilgili  öyküsü vardır; Başsavcı Egesel tamtakım  yardımcılarını alarak Davutpaşa Kışlası’na gelmiş. Kışlada  sanık durumunda olan herkesi sorguya çekmiş.  Sıra Mahmut Baler’e gelince “Siz Çatalca’da bir arazi satmışsınız. Bu işten de 300.000 Lira komisyon almışsınız..”

Mahmut Baler der ki “Aman beyefendi, ben hayatım boyunca bir arazi satmış değilim. Değil ki, bu tam  abartılmış bir yalandır. Zira  beşyüz bin liraya tüm Çatalca havalisi satın alınır..”

Egesel, Mahmut Baler’i sıkıştırmak için devam eder:

-Hakkınızda çok ihbar var.. Siz Salacak’taki evinizin önünden  geçen gemilere esrarengiz işaretler veriyormuşsunuz.. Bu ne demektir?”

Evi  Salacak’da  yamaçta ya..Bakar ki  birileri kendisini sakıncalı  casus yapmış. Daha fazla dayanamaz ve gülerek; “Sayın Savcı Beyefendi arz edeyim.. Ankara Vapurunun süvarisi Kaptan Şefik Gogen benim çok eskiden beri tanıdığım, tanıştığımız ve ayni zamanda çok da hürmet ettiğim denizci bir arkadaşımdır. Gemisiyle sefere giderken, ya da geliyorsa, bizi selamlamak için mümkün olduğunca  kıyıya yakın geçer ve düdük çalar. Biz de kendisine karşılık olarak masa örtüsü, battaniye ne bulursak sallayarak cevap verirdik. Bunu gizli haberleşme sananlar herhalde casus romanlarının etkisinde kalmış olacaklar”deyince, Savcı Egesel hafif kızarırsa da  bozuntuya vermez  birsürü iftiradan oluşan sorularını sormaya devam eder.

Bal Mahmut Davutpaşa Kışlası’nda üç ay, Balmumcu Kışlası’ndan  toplam altı ay sonrasında beraat ile tahliye olduydu.

Kışladan çıkarken  etrafına toplanarak geçmiş olsun diyenlere yine Bal Malmud’luk yapıp bir  hikaye anlatmış. Buna kıssadan hisse derler!

Bir karı koca padişahın sarayına yakın bir semtte oturuyormuş. Padişaha gelen hediye kafilesini görürler ve ardından da padişahın hediye gönderenlere cevaben gönderdiği hediye  kafilelerini de izlerlermiş.

Bir gün karısı “Efendi, biz de padişahımıza bir hediye göndersek de bakalım bize karşılık olarak nasıl bir hediye gönderecek” demiş.

Kocası karşı çıkmış “Hanım otur oturduğun yerde. Biz kimiz ki  padişaha hediye gönderelim..

Kadın israr etmiş:

-Canım hediyenin büyüğü küçüğü olmaz. Amaç hatırlamaktır. Bizim gücümüz az ama  bir hediye yollayabiliriz.

Kocası “O halde hediye dediğin nesneyi sen bul.. Ben götüreyim”demiş.

Kadın  birkaç gün sonra “Bahçemizde kimsenin bahçesinde olmayan  kayısı ağaçlarımız var.  Harika kayısı veriyorlar. Tam da mevsimi. Gel bir sepet kayısı yapalım, sen de sepeti al padişaha götür” der.

Adamın aklı yatar ve bahçeden itinayla en seçkin kayısıları toplarlar, güzel bir sepet hazırlar ve adam da koluna takar sarayın yolunu tutar.

Sarayın kapsına gelince muhafızlardan biri “Ne istiyorsun” diye sorunca padişahı görmek istediğini söyler.

Muhafız; “ İyi öyleyse  bak sağ tarafta bekleyen adamlar var. Sen git onların yanında dur. Seni gelip alırlar”der.

Adam sırası gelecek diye, gider bekleşen adamların arasında  durur. Derken bir muhafız daha belirir ve “Hayli bakalım yürüyün, içeri girin” der.

Hepsi sarayın kocaman kapısında içeri girer, biraz da yürürler ve karşılarına bir demir kapı gelir. O kapıyı açar ve hepsini zindan gibi bir yere sokar ve kapıyı da üzerlerine kitleyip gider.

Adam iyice şaşırır ve der ki:

-Yahu hazret biz nereye geldik?

-Hapishaneye..

Adam şaşkınlık içersinde:

-Ne hapishanesi!

Diğerleri pişkinlikle cevap verirler:

-Biz şehirdeki hapishanedeydik. Orası dolduğundan buraya getirdiler.

Adam  daha beter şaşkınlık içersinde:

-İyi ama benim bir suçum yok ki, ben padişaha kayısı getirmiştim.. der ve kolundaki sepeti gösterir..

Yüzüne bakar ve derler ki:

-Sen meramını anlatıncaya kadar burada bir sene yatarsın!

Demeye kalmaz, adam  hapishanede aylar geçer ne kayısı kalır ve ne de kendinde takat kalır.

Derken  birgün padişah sarayın bahçesinde maiyetiyle gezerken hapishane ne durumdadır bir göreyim der.

İlk rastladığı mahkuma “ Evladım senin cezan nedir?” diye sorar.

Adam “ Padişahım ben kadı efendinin verdiği hükümle üç sene hapse mahkum oldum.   İki senesini şehirdeki hapishanede çektim. Son senemi de burada tamamlıyorum.” der.

Sonra sıra  yanlışlıkla  hapis yatan adama gelince “Sen neden geldin?” der.

Adam da “Padişahım ben  burada kadıya bile sorulmadan kayısı maddesi hükmüyle  yatıyorum..” deyince padişah:

– Oğlum bu ne biçim madde? Kayısı ceza hükmü olur mu.. Ben ilk defa senden işitiyorum..” demiş.

Adam boynunu büküp “Öyle efendim. Benim bir kusurum yoktu. Karım siz padişah efendimize bahçemizden  nadide kayısı meyvelerini hediye etmeyi düşündü. Birlikte kayısıları sepete koyup sarayın önüne geldim. Sıraya gir dediler. Meğer şehir hapishanesinde yer kalmadığından   mahkumlar sırada bekliyormuş. Beni de onlarla birlikte  buraya attılar. On aydır buradayım..”

Padişah daha da meraklanıp adamlarına sormuş ve  hakikaten yapılan bir yanlışlık yüzünden adam  aylardır hapiste yatmış.

Padişah fena halde üzülmüş ve adama “Evladım maalesef çok kötü bir hata olmuş. Nekadar üzüldüğümü tahmin edemezsin. Ama olan olmuş, şimdi seni yuvana kavuşturacağım, serbest kalacaksın. Dile benden ne dilersin” diye sormuş.

Adam;  “Sağlığınız padişahım” deyince,  padişah “Olmaz öyle şey.. Ben bu üzüntüyle yaşayamam. Seni memnun edecek bir armağan vermek isterim.” diye ısrar etmiş.

Onun üzerine adam “ Kudretli padişahım, madem ki ısrar ediyorsunuz. Sizden müsaadenizle  bir değil,ü ç şey isterim.”demiş.

Padişah “Nedir onlar?”diye sorunca da saymış; “ Efendim bir tek altın  lira, bir balta, bir de Kur’an-ı Kerim” demiş.

Padişah merakla sormuş: “Bunları ne yapacaksın ki?”

Adam bir soluk alıp cevaplamış: “Devletlu padişahım balta ile  gidip bahçedeki kayısı ağacını keseceğim. Sonra kadıya bir altın verip karıyı boşayacağım. Sonra da, bir daha padişahın yanına sokulmayacağım diye Kuran’a  el basacağım..”


Bunları da beğenebilirsin