Denizcinin anasayfası

Atatürk’ün “Numaracı” soyadı verdirdiği Çankaya Köşkü’ndeki Sofracıbaşı İbrahim

Bir zamanların ünlü Ankara Vapuru İstanbul- Pire-Napoli - Genova- Marsilya, Barcelona ve tekrar Marsilya uğrağıyla Genova- Napoli- Pire ve nihayet İstanbul’a dönerdi.

Bir zamanların ünlü Ankara Vapuru İstanbul- Pire-Napoli – Genova- Marsilya, Barcelona ve tekrar Marsilya uğrağıyla Genova- Napoli- Pire ve nihayet İstanbul’a dönerdi. Bu seferler on beş günlük aralıklarla devam eder ve çok büyük rağbet görürdü. Açıkcası bu limanlara ayda dört kez uğrak yapılırdı.

Bir gün Sofracıbaşı İbrahim Bey, Kaptan Şefik Gogen’e kendisine neden “Numaracı” denildiğini anlatmıştır; Çok hoş bir öyküsü olan İbrahim
Bey’in “Numaracı İbrahim”oluşu Çankaya’da Cumhurbaşkanı Atatürk’ün hizmetinde çalıştığı yıllardadır.

Delmar Safety

“Soyadı Kanunu yeni çıkmıştı. Ben de daha soyadımı almamıştım” diyerek hayli güldürü dolu öyküsünü şöyle anlatmıştır; “Birgün Fransız büyükelçisine Çankaya’da bir akşam yemeği daveti verilecekti. Atatürk diplomatları gerek Ankara’ya tayin olduklarında ve gerekse ayrılıp giderlerken Çankaya’da yemek davetiyle ağırlar ve bu davete büyük önem verirdi.

“Ben daha çok genç bir teşrifatçı-sofracıbaşı olarak Atatürk’ümüzün hizmetinde görev yapıyordum. Derken Teşrifatçıların Şefi oldum. Görevim her şeyin intizam içerisinde yerine getirilmesi olarak da tanımlanabilir.

Masada örtüden tutunuz, çatal bıçağa, bardaklara, kadehlere varıncaya dek, neredeyse milimetrik yerleştirilmesi, koltukların sıralanması, servisin aksamadan devam etmesi hep benim yönetimim altında devam ederdi.

Fransız Sefiri Paris’e dönecekmiş. Açıkcası Türkiye’deki görev süresi sona ermiş ve memleketine gitmeden Atatürk Çankaya’da kendilerine bir veda daveti hazırlamamızı emretti.

Atatürk’ün sonradan “Ergüven” soyadı verdirdiği Sofracıbaşı İbrahim Bey.

Atatürk sefirlere çok kıymet verirdi. Muazzam bir sofra hazırladık.. Necdet Dengizer Usta da başahçı olarak mükemmel
yemekler, tatlılar hazırladı. Fakat bu hummalı hazırlık sırasında Necdet Usta’nın nişan yüzüğünü
kaybettiğini söylediler. Garsonlar, ahçı yardımcıları hemen herkes, mutfakta aramadık yer bırakmadılar. Ama yüzük bulunamadı!

Atatürk yabancı devlet adamlarının Türkiye’yi ziyaretlerinde ve diplomatlara gerek Ankara’ya tayin olduklarında ve gerekse ayrılıp giderlerken Çankaya’da yemek davetiyle ağırlar ve bu davete büyük önem verirdi.

Menüde kuşkonmazlı bir çorba ile antre yapılacaktı. Çok titiz şekilde devam eden koşuşturmalar sırasında yüzük bulanamadı ve haliyle davetin kusursuz olması için herkes davete ağırlık verince yüzük konusu davetten sonraya kalmak üzere unutuldu.

Çankaya’da bu gibi davetlerde, ilk servis Atatürk’e yapılırdı. Atatürk ise, misafirine verdiği kıymeti ifade etmek amacıyla, kendisine ilk servisi yapmak için yaklaşan bizlere, işaret ederek “Önce sayın misafirlerimizden başlayacaksınız..” derdi.

Bukez ayni şekilde akışkan bir Fransızcayla Fransız sefirini ve eşini gösterdi. Çorba servisine başladık. Fransız Sefiri ve Sefire de masada karşısında yer almışlardı.

Servisi tamamladığımızda tüm servis garsonları hürmetle geri çekildiler ve Atatürk “Buyurun..” diyerek misafirlerini yemeğe davet etti ve böylece yemek faslı başladı.


Atatürk’ün Çankaya Köşkü’nde verdiği davetlerden biri.. Sofracıbaşı İbrahim arkada sol ayakta olan kişi..

Sefirin eşi çorbadan bir iki kaşık almıştı ki, birden bir çığlık atarak yerinden doğrulunca, ne olduğumuzu şaşırdık. Sefire “Ayyy” gibi bir haykırışla adeta midesi bulanmış halde yüzünü ekşitmiş eliyle ağzını tutuyordu. Birkaç saniye sonra avcunun içindeki madeni nesneyle, duraladı. Derken o iğrenç nesneyi masaya bırakınca, yuvarlık bir nesne biraz yuvarlanıp devrildi durdu.. Bu bir resmen altın nişan yüzüğüydü!

Masada buz gibi bir hava hakim olmuştu. Atatürk’ün yüzünün gerildiğini, kızardığını nasıl gördüm bilemem. O saniyelerde öleceğimi sandım. Fransız sefirin eşinin çorbasından çıkan alyans, köşkün mutfağının kim bilir daha ne kadar pis olduğu izlenimini verirdi kuşkusuz.
Bize gelince, herhalde ölümlerden ölüm beğenebilirdik!

Bunun üzerine herkes dut yemiş bülbül misali şaşkınlıkla birbirlerine bakıyor, masada davetli olarak bulunan Dışişleri Bakanı ve bazı bakanlar alı al moru mor ne yapacaklarını bilemeden put gibi yerlerinde duruyorlardı.
Atatürk müthiş kızmıştı.

Geriye dönerek hiddetle “Çabuk bana Ahçıbaşıyı çağırın” diye emretti.

Ben koşarak mutfağa Necdet Dengizer’e gittim. Bir solukta başımıza gelenleri anlattım ama, baktım Necdet Dengizer’in eli ayağı korkudan çözülmek üzere.

“Atatürk sizi istiyor” deyince, önce biraz davrandı, gitmek için merdivenlere yöneldi, ama takati kalmadığı gibi, oraya yığıldı kaldı. Düştüğü yerden “Ben öldüm, bittim” diye inliyordu.

Ben de “Bütün kabahat benim” diye çırpınmasını önce anlayamamıştım. Sabahleyin ahçı başının kaybolan alyansının Fransız Sefiresinin çorbasından çıkan alyans oluşu karşısında, bu kez paniklemek yerine bir çare aramaya çalıştım.

Ne yapayım, ne yapayım.. diye resmen çırpınarak geri dönerken, nasıl olduysa sahneye çıkan bir şovmen gibi salona girdim ve kapıyı iki ellerimle açarak Atatürk’ün veda daveti verdiği misafirlere bakarak Fransızcamı da olanca incelikleriyle kullanarak “Bayanlar ve Baylar” diye oyunuma başladım. Coşkuyla devam ediyordum: “Muhterem ekselansları ve çok değerli konuklarımız. Bu gece Cumhurbaşkanımız Atatürk’ün davetine katılarak biz çalışanlara da şeref verdiniz. Biz Çankaya Cumhurbaşkanlığı köşkünde hizmet edenler adına sizlere teşekkür ediyoruz.

Bu anlamlı ve unutulmaz gece adına biz Köşk hizmetkarları bir piyango tertip ettik. Bu piyango için çok değerli ahçıbaşımız Necdet Dengizer’in alyansını kendisinden rica ettik. Alyansı dakikalarca kaynar sularda yıkadık, temizledik.

Sabunlu sularla tekrar tekrar temizledik. Adeta kuyumcu mağazasından alındığı gün gibi pırıl pırıl hale getirdik.

…Ve onun özenle hazırladığı çorbanın içine koyduk. Bu alyans hangi saygıdeğer misafirimizin çorbasında çıkarsa, o misafirimize çok değerli saydığımız bir armağanı takdim edecektik”

Atatürk ne halt edeceğimi merak ile izleyerek gözlerini gözlerime dikmiş bana bakıyor, ama muzip bir edayla da bu komedi sahnesini seyrediyordu. Fransız Sefiresinin yüzündeki miğde bulantısı çizgileri şimdilik kaybolmuştu.

Ben en can alıcı noktaya gelmiştim.

“Ne mutluyuz ki, piyangomuzda hep takdim etmeyi hayal ettiğimiz armağan Fransız Sefiresi hanımefendiye isabet etmiştir.”

Ceketimi açtım ve altın köstekli saatimi yerinden çıkartarak masaya yaklaştım.

Amacım dedemden kalan hakikaten değerli köstekli saati gösterebilmek. Masaya yaklaşırken de resmen müzayedeye çıkmış değerli bir eseri nasıl koleksiyonere gösterirler, ben de altın zincirinden tutarak saati sağa sola, özellikle Sefireye doğru hafiçe sallayarak yanına geldim ve;
“Büyük komutan,  Cumhurbaşkanımız Atatürk Hazretleri; Sizin yüksek müsaadelerinize ve müzaheretinize sığınarak, haberiniz olmadan düzenlediğimiz bu piyango, sadece bizlerin size ve dost ülkelerin muhterem elçilerine ve eşleri hanımefendilere olan sevgimizden ve hürmetimizden neş’et eden bir duygunun nişanesidir. Kusur yaptıksa affetmenizi istirham ediyoruz. Ancak dileğimiz bizlerin de bir hatıra takdim etmekten ibaretti.

Müsaadenizle Sefire hanımefendiye piyangomuzun tek armağanı olan bu köstekli saati takdim ediyorum. Bu saat dedemden yadigar kalmıştır..” deyip Sefireye uzattım.

Sefire üzeri uçuk mavi mine taşlarla kaplı saati daha yakından görünce çorba kasesinden çıkan alyansı unutuvermişti. Birden boynumdan aşağı süzülen soğuk terlerin durduğunu hissettim. Son derece rahatladığım o dakikalarda aslında bir de alabildiğine hafiflediğim kuşkusuzdu.

Dedemden kalan yadigar bir saati Fransız sefireye kaptırmıştık!

Ertesi gün Atatürk beni çağırmış..

Ertesi gün oldu. Atatürk “Seni çağıyor” dediler.. Neredeyse bayılacaktım.
Tertemiz hazırlandım ve o büyük insanın huzuruna çıktım.. Ama elim ayağım titremekte..
Atatürk’ün yaveri de yanda hazırol halde durmaktaydı. Atatürk bana ; “Sen daha soyadı almadın mı..” diye sordu.
Sıkıla sıkıla “ Daha vakit bulamadık paşam.. İlk fırsatta…” diyecektim. “Sen dur hele” dedi.
Yaverine seslendi:
-Yarın bunu yanına al ve doğruca Nüfus Müdürlüğü’ne götür ve soyadı al. Soyadı “Numaracı” olacaktır..

Ertesi sabah, Yaver’in otomobili ile Nüfus Memurluğu’na gittik.
Geldiğimizi gördüklerinde Nüfus Müdürü filan kim varsa, telaşa kapıldılar. Yaver Bey, “Gazi Hazretleri’nin isteği doğrultusunda, Çankaya’da görevli Bay İbrahim’e soyadı yazdıracağız” dedi.
Bir Soyadı kitapçığı bastırılmıştı.. Takdim ettiler.
Yaver Bey, “Gazi Hazretleri kendisi bir soyadı emir buyurdular..”
Şaşkın bakıyorlardı..

“Soyadı Numaracı olacaktır” deyince Nüfus Müdürü başta olmak üzere neredeyse gülmekten bayılacaklardı. Fakat kendilerini zor tuttular.
Memur, soyadı işlemlerimi tamamladı ve bir de zabıt belgesi verdi.
Nüfus Müdürlüğü’ne “İbrahim” olarak gitmiştim, İbrahim Numaracı olarak çıktım…

Ergüven soyadı veriliyor
Atatürk, Sofracıbaşı İbrahim’e son derece itimat ederdi. Numaracı soyadı bir şaka olarak kalmış ve “Ergüven” soyadı verdirmiştir.
İbrahim Ergüven Bey’in yaşamına ait muhtelif anı eserleri vardır. Bunlardan biri ;“13 Yıl Büyük Atatürk’ün Yanından Ayrılmamış Başsofracısının Anıları” dir ve S. A. Terzioğlu imzasıyla ’13 Yıl Büyük Atatürk’ün yanından ayrılmamış Başsofracısının anıları’ başlığıyla 10 Kasım 1962 Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Atatürk’ün Sofracıbaşısı İbrahim Ergüven

Cevdet Kudret’in “Kalemin Ucu” adıyla 1991’de Cem Yayınları’ndan çıkan kitabında İbrahim Ergüven hakkında hayli anılar yer almaktadır (sayfa 159- 160-161-162-163);

Cevdet Kudret, İbrahim Ergüven konusunda şöyle anlatmıştır; “Bugüne değin Atatürk üzerine hep aydın kişilerin yazılarını okuduk, sözlerini dinledik.

Düşünce ve görüşleri yazıya geçmeyen halktan kişilerin bu konuda ne düşündüğünü bilmiyoruz.
Halkçı Atatürk’ü halkın nasıl gördüğünü merak eder dururdum. Büyük önderin ölümünün 25. yıl dönümünü anarken, bu konuyu ele almayı yararlı gördüm.

Atatürk’ün yanında geceli gündüzlü tam on üç yıl (1925-1938) çalışmış olan “İbrahim Efendi” ilk akla gelen oldu.

Atatürk Turhal Tren İstasyonu’nda. Atatürk’ün yanında Falih Rıfkı Atay, Bekir Çavuş, Ruşen Eşref Ünaydın ve Şükrü Kaya’dır. İbrahim Ergüven en sağdan ikinci kişidir.

İbrahim Ergüven, Atatürk’ün sofracıbaşısı idi .Ama zamanla, bu görev, sınırını aşıyor ve İbrahim Efendi, Atatürk’ün –eski deyimle söylemek gerekirse- “mutemet (güvenilir) adamı” oluyor. Kendisine “Ergüven” soyadının verilmesi de bu bakımdan özel bir anlam taşır. Birçok resimlerde onu, Atatürk’ün ya tam arkasında, ya bir kapının aydınlık boşluğu içinde ya da bir köşenin alaca gölgesi arasında ve her zaman ayakta görebilirsiniz…


Bunları da beğenebilirsin