Denizcinin anasayfası

Soluk soluğa bir yaşam; Malik Yolaç

Malik Yolaç eşi Gülsevin Yolaç’la. Arka planda Yolaç gemisi çift demir atmış, kıçtankara. Sirkeci Gümrük Rıhtımları önünde yük tahmil tahliyesi yapmakta.

Moda’da yaşadığımız yıllarda, Moda Deniz Kulübü’ne dönen sokakta zaman zaman Malik Yolaç’ı köpekleriyle görürdüm. Bunlar sahipsiz köpeklerdi ve Malik Bey bunları severek beslerdı. Moda Deniz Kulübü’nün hemen karşısında Yolaç apartmanında otururlardı. Seneler sonrasında Kızıltoprak’ta hayli geniş bir bina olan Yolaç İşmerkezi vardı ki burada ağabeyi Kayhan Yolaç yer alırdı.

Yolaç ailesi, mühendislik yapan baba Ahmet Hulusi’nin çok iyi gelir elde etmesiyle rahat bir yaşam sürer. Babasının mesleği nedeniyle yerleştikleri Amasya’da kardeşi Doğan Yolaç ve bir kardeşi daha Kayhan Yolaç dünyaya gelir. Zamanla İstanbul’a yerleşen ve Moda’da oturan
aile, Malik’i Saint Joseph’e kaydeder. Malik Yolaç, daha sonra Galatasaray Lisesi’ne geçer. Şöyle anlatır; “Çocuklar bir ara ‘Fenerli olduğunu söyleme, dayak yersin’ dediler. ‘Öyle mi?’ dedim. Fenerli olarak bitirdim liseyi ve biraz boks yaptım! Fakat Fenerbahçe takımını tutan hiçbir şey yapmadım.”

Amacı yüksek öğrenim yapmaktır. Girdiği mühendis mektebi imtihanını kazanamayınca İstanbul Yüksek Ticaret’e gider. Sabri Ülker’le aynı sınıfta okur. Eğitimini tamamlamadan son sınıftan ayrılır. Okulu bırakmasının sebebi ticarete başlamış olmasıdır. Ancak onun öncesindeki gerekçesi okumaya karşı ilgisizliğidir. Bunda da, zamanın koşullarında lüks bir yaşantının önemli etkisi vardır. Sınıfları da kendisi için hiçbir şeyden kaçınmayan babasına ‘ayıp olmasın’ duygusuyla hareket ederek geçer. Şöyle der; “Hep en sonuncuydum. 0,1’le geçiyorsam o notu alırdım. Yani 2 almazdım. Öyle bir talebe idim.

Delmar Safety

Neden öyle idim? Babam çok zengindi. Babam Amasya’dan çarıkla geldi; ama inşaat mühendisliği filan yaptıktan sonra çok zengin oldu. 14 yaşında iken bana Amerika Başkanının altındaki arabayı aldı. 1930 model bir Packard’ım vardı. O zamanlar gezmenin ne demek olduğunu bilmem takdir ediyor musunuz?”

Yaban domuzu ihraç ediyor

Ticarete atıldığı için okulu bırakan Malik Yolaç’ın ilk işi tütün ticareti olur. Bursa’da fabrikası olan Malik Yolaç, bu sırada yaban domuzu ihracatı da yapar. Devlet bunun için ona fişek de tahsis etmiştir. O yılları şöyle anlatır; “O fişekleri Bursa, İnegöl civarlarında köylülere
dağıtıyordum. Onlar da vuruyor; fakat domuzları getirmiyorlardı. ‘Neden yahu?’ dedim. ‘Günah abi’ dediler. ‘Peki.’ 15 imam buldum. Köy köy dolaşıp ‘Yaban domuzu vurmak da, vurup getirmek de sevaptır’ dediler. Köylüler başladılar getirmeye. Böyle çok mal ihraç ettim. En sonuncusunda, hâlâ üzülürüm ama üzülecek de bir şey yok, gemiye 50 ton yüklemişiz. Ben parasını hemen aldım. II.Dünya Harbi’nin son yılı idi. Türkiye nihayet Almanya’ya karşı Müttefikler yanında savaş ilan etmişti. Gemideki 50 ton yükün tamamı denize döküldü.
Parayı kurtardığım için bana bir şey olmadı.”

Haliç’te tahin pekmez imalatı yapan bir fabrika kuruyor

Yolaç, girişken ve fırsatları iyi değerlendiren bir ticaret adamı olarak yoluna devam ederken İstanbul Ticaret Odası’nda, Yüksek Ticaret’ten sınıf arkadaşı Sabri Ülker’le aynı meslek grubunda görev almasını sağlayacak bir işe girişir. Ülker o tarihlerde çikolata-bisküvi işiyle meşguldür. Malik Yolaç da Cibali’de, Haliç kenarında, kısa zamanda tahin fabrikaları içerisinde en büyüğü olacak bir fabrika kurar. Bu arada, eşinin uzaktan akrabası olan Tamek’in sahipleri Sipahioğlu ailesi ile de birleşerek Tapek adlı bir ürün çıkarır. Kutu içerisinde tahin ve pekmezden müteşekkil Tapek çok tutar. Ancak sonraki dönemlerde kâfi derecede pekmez bulamayınca ürün sekteye uğrar.

Gülsevin (Gül) Yolaç, Malik Yolaç ve kızları Merve Yolaç

 

Ödünç verdiği motoruyla bilmezden Nazım Hikmet’i kaçırmışlar

Armatörlüğe giden yolda Malik Yolaç denizi çok sevdiğinden olacak, askerliğini de 1950’lerde bir seneyi bulmayan sürede bahriyeli olarak yapar. Denize olan düşkünlüğü, 1951’de başından mühim bir hadise geçmesine vesile olur. Bu ona, sonraki dönemlerde Akşam Gazetesi’nin sahibi ve milletvekili olmaktan daha çok ün kazandırmıştır.

Ünlü komünist şair Nazım Hikmet Türkiye’den Refik Erduran tarafından Malik Yolaç’ın motoruyla kaçırılır. Nazım Hikmet’in kaçışından dolayı sorumlu olduğunu anlatan Malik Yolaç bu kaçırma olayını şöyle anlatır; “Askerlik yaptığım senelerde Kristof marka motorum vardı. Hatta onu Ada’ya çeker, kaçamak yapıp geceleri motora atlar, eve gelirdim.

40 milin üstünde sürat yapıyordu. Motoru satacaktım. Derken bir karı koca geldi. Efendi insanlar. Fiyatını sordular. ‘Tamam, bize uygun. Yalnız, müsaade eder misiniz? Bir tecrübe edelim.’ dediler. ‘Tabii’ dedim, ‘alın. Akşama getirirsiniz.’ Akşam oldu bir türlü gelmediler. Nazım Hikmet’i kaçırmışlar.” Nazım Hikmet gemiye bindirilip önce Romanya, ardından da Moskova’ya kaçırılır. Motoru denemek için alanlar da işlerini bitirdikten sonra almaktan vazgeçtiklerini söyleyerek geri getirirler. Yetkililerin komünistlere karşı çok dikkatli olduğu o yıllarda başına büyük dert gelmemesinin sebebi, kaderin ona hep güler yüzünü göstermesinde saklıdır. Heyecan ve hatta korku yüklü o olayı şöyle anlatır; “O gün yakalansam ve Nazım Hikmet’in benim motorumla kaçırıldığı duyulsa durumum felaket olurdu. Ama Malik Yolaç kim? O yıllarda tanıyan yok! Malik Yolaç sıradan bir vatandaş. Olacaktık bir komünist.”

Malik Yolaç nasıl armatör oldu

Malik Yolaç, 1950’lerin ilk yarısında armatörlük de yapar; “Armatörlüğün a’sını dahi bilmeden üç gemi aldım. Fransa, Belçika, Hollanda ve Almanya limanlarına muntazam sefer yapıyordum. Benim büyük şansım, Belçika’da tuttuğum acente oldu. Yaşlı bir adam, benim
yaşımda bir oğlu ve bir de müdürü vardı. Bunlarla çok güzel arkadaş olduk ve bana çok güzel fikirler verdiler. O sayede iyi para kazandım.” diye anlatır.

Akşam Gazetesi’nin sahibi Malik Yolaç

Malik Yolaç, Ortaşark Denizyolları şirketinde gemilerin işletmesine kardeşi Kayhan Yolaç da katkıda bulunacaktır. Akşam Gazetesi sahibi Malik Yolaç 1918’den beri çıkmakta olan Akşam Gazetesi’nin patronu olur. Gazeteci arkadaşı Hıfzı Topuz, Kazım Şinasi Dersan’ın Akşam’ı
satmak istediğini söyler ona; “Ben de bir gazete satın almak istiyordum. Konuşup, anlaştık. Ben, meşhur halıcı Vedat Durusel ve Hasan Polatkan’ın kayınbiraderi Sabri Çiftkurt ile beraber üç ortaktık. Fakat diğer ortaklar baktılar ki zor iş, para da kaybediyor. Bir seneyi doldurmadan kısa zamanda kaçtılar.”

Gazetenin tüm yükü tek başına onun sırtında kalır; “Tabiatım gereği bir işe girdiğim zaman öğrenmek, her şeyini ben yapmak istiyorum. Gazeteyi aldıktan birkaç ay sonra rotatifi çalıştırır hale geldim. Mizanpajı filan hepsini öğrenmiştim; ama baskıcı, yani ısrarcı değildim. Ben de birisi gibi fikrimi söyler, ama karşı fikir daha ağır basarsa onların dediğini yapardım. Sonra, hayatında yazı yazmayan ben, Akşam Gazetesi’ne başyazılar filan yazmaya başladım. Güldüler, ya da sevdiler, onu bilemem. Okuyanlara bağlı.”

Malik Yolaç, gazetecilik işine sebepsiz girmemişti aslında: “Hasan Polatkan nedense bizim Yolaç Şirketi’ne, gemicilere taktı. Devamlı müfettiş yolluyordu, bir şeyler bulsunlar diye. Hiç unutmam. En sonunda Bedrettin Seyhan ki sonradan müsteşar oldu, bir de 27 Mayıs’tan sonra bakan olan bir çocuk. Bunlar ikisi, altı ay çöreklendiler ve bir şey bulamadılar. İhtilâlden sonra bir kontrolör yolladılar. Onlar bulmak için çalıştılar ve nihayet aleyhimize on tane şey buldu! Şey diyorum, şey dediklerini anlamaya imkan olmamıştır! İşte Yüksek Soruşturma Kurulu’na verilişimizin sebebi buydu. Müfettişler bir şey bulamadı, kontrolörler bir şeyler bulmuş.”

Birden Devlet Bakanı olan Malik Yolaç

Siyasetçileri çok heyecanlandıran kırmızı plakaya da, hiç çaba sarf etmediği halde sahip olmuştur . “Ben politikanın p’sini bilmezken, pat diye politikaya girdik, ertesi sene bakan oldum. Hayatımda on kişinin önünde siyaset konuşmuş insan değildim.” demiştir. 1961
seçimlerinde AP’den milletvekili seçildikten sonra bağımsızların başını çeker, ardından 25 Aralık 1963’te kurulan Onuncu İnönü Hükümeti’nde Devlet Bakanı olur.

Türk futbolunda şike sebebiyle ilk küme düşme olayı da onun bakanlığı zamanında yaşanır.
27 Mayıs’tan sonra yaşadıkları ve hemen ardından Meclis’e girmesi, hatta hiç hesabında yokken devlet bakanı olması başlı başına ayrı bir konudur. Aslında o, girişimcilik, işadamlığı konusunda ne kadar hızlı ise, politika konusunda da o kadar isteksiz biridir;

“Bakan dahi oldum ama ben hayatımda hiçbir siyasi partiye üye olmadım. Açıkçası ben hayatımı yaşıyordum.

S.S Yolaç

Türk bayraklı Yelkenli teknemle bir gün adalardan birinin arkasında 2-3 arkadaş izmarit tutuyoruz. Bir baktım bir polis motoru uzaktan geliyor. Derken polis motoru bize yaklaştı. ‘Malik Yolaç?’ Elimizi kaldırdık. ‘Beyefendi’ dedi ‘Sizi başbakan Ankara’da bekliyor’

‘Tamam kardeşim şu kılığımıza bak, balıkçı kılığındayız’ dedim. Neyse ‘Eve gidip değişin, sizi Ankara’ya götüreceğiz’ dedi memur.”
Malik Yolaç, durum karşısında şaşkınlığını gizleyemez. Aslında daha önce de, Başbakan Adnan Menderes bir basın patronu olarak kendisini de çeşitli yurt gezilerine davet etmiştir. “Doğru Başbakanlığa gittik. Odasına girdiğimde intihar eden dâhiliye vekili Namık Gedik ve daha sonra başbakan yardımcısı olan Medeni Berk vardı yanında. Baktım Menderes’in suratı asık.

Öyle birkaç kere seyahatine çağırmıştı beni. Hürmet eder, saygı gösterirdi. O bakımdan saygım vardı kendisine. ‘Malik Bey’ dedi, aynı böyle, hiç daha başka bir şey konuşmadan ‘Siz beni seviyor musunuz?’ dedi. ‘Tabii efendim’ dedim, ‘O ne demek? Sizi çok seviyorum.’ ‘E peki. Size şimdi arkadaşların önünde teklif etsem partimize girer misiniz?’ dedi.”

Yol boyunca zaten şaşkın olan Malik Yolaç, bir an da olsa şaşkınlığını üzerinden atabilmeyi başarır: “Emredersiniz dedim, derhal girerim. Ancak sayın başbakanım, benim iki hüviyetim var; Birisi Malik Yolaç. Malik Yolaç size helâl olsun. Ama Akşam Gazetesi Malik Yolaç’ı
istiyorsanız orada biraz duralım. Zafer Gazetesi’nin size ne yardımı oluyor ki, beni de Zafer’e çevirmek istiyorsunuz. Muhalif bir gazete olarak arada sırada sizi tutmamız daha iyi olmaz mı?

Döndü baktı ‘Doğru söylüyor’ dedi. Ayrıldık, tekrar arabaya bindik, geldik İstanbul’a. Paçayı böyle kurtardık”

Bu dönemde Türkiye hızla 27 Mayıs darbesine doğru yol almaktadır. Akşam Gazetesi’nin özellikle Ankara bürosu ise Malik Yolaç’ın samimi itiraflarından anlaşılıyor ki ihtilalin bir şubesi gibidir o zamanlar: “Darbeden evvel bizim Ankara büromuz neredeyse ihtilal şubesi gibiydi; Bizim yazıhane de askerlerin merkezi. Sol idik, maalesef, maalesef. Onlar da Ankara ekibinin arkadaşları, dostları idi. Ben solcu bir insan değilim, işadamıyım. Ama işte Çetin Altan, Aziz Nesin, İlhami Soysal ve daha bilmem neler filan, gazeteyi sola çektiler, götürdüler. Bunlar hep benim isteğim dışında oldu. Hani gazeteciler daha bir hür olmalı. İlla ki benim her dediğimi yazmalı havasında değildim, enayi gibi. Ama bunlar o kadar sola götürdüler ki artık zaman oldu devamlı işadamlarına küfür ediyorlar. Solculuğu böyle kabul ediyorlardı o zamanlar. Ben de ertesi gün o işadamlarından gidip ilan istiyordum. Onlar da beni kapının önüne koyuyorlardı kibarca. Böylece gazete yürümez oldu tabii.”
Ne Kadar Küfredersen O Kadar Tutar! “Gazetenin beni en fazla uğraştıran yazarı Çetin Altan’dı. Yani bir kere solcu geçinirdi ve malûm ya, bizim Türkiye’de ne kadar çok küfür edersen o kadar tutar filan havasında. Solcu olarak yaptı bunu.

Malik Yolaç’ın Akşam Gazetesi, Çetin Altan’ın köşesinden ‘taş attığı’ dönemlerde bir ara tirajını 140-150 binlere çıkarır: “Çok şoför öldürdük tabii. Sabah şafakta fırlıyor, gidiyor şoför. Ne kadar süratle giderse o kadar iyi. Süratle giderken de birkaç tanesi gitti, maalesef. Ama biz bunu yapana kadar, İzmir bir, Adana iki gün sonra okuyordu gazeteyi. Bunların hepsi şafakta okumaya başladılar.”

Malik Yolaç, 27 Mayıs’tan önce, kendisi hakkında bir ihbar mektubuyla karşılaşır: “Subayların Akşam Gazetesi’ne gelip gitmeleri sırasında Ahmet Binbaşı diye istihbarattan bir binbaşı ile dost olduk. Sonra bir gün sızlanarak geldi. ‘Ya Malik, bir şey söyleyeceğim; ama söyleyeyim mi söylemeyeyim mi?’ dedi. Bir de baktım hakkımda bir ihbar mektubu.

İstihbarattan olduğu için merkeze bildirecek. Çıkarttı, baktım mavi bir kâğıt. İtalik daktilo ile yazılmış. İsmim de italik yazıyor. ‘Ahmetçiğim sen onu cebine koy. Ben cumartesi eve gidiyorum; pazartesi sana başka bir şey getireceğim’ dedim. ‘Peki’ dedi. Pazartesi aynı mektup kâğıdı, aynı kaligrafi, italik daktilo ile yazılmış bir mektup. Binbaşıdaki mektupta hakkımda felaket şeyler yazıyor. Bendekinde de ‘Senin ellerinden, ayaklarından öperim’ türü şeyler. Yazan aynı kişi.
Adam bir fena oldu; ‘Allah’ dedi ‘İyi ki göstermişim sana.’ Sonra yaktı mektupları.”
-Tanıdığınız biri mi yazmıştı mektubu?
– Tabii.. Ortağım Enver Subaşı. Meşhur Hüseyin Subaşı’nın evlatlığı.

27 Mayıs İhtilali patlak veriyor

Malik Yolaç’ın Celal Yardımcı’yı uyardığı gibi, 27 Mayıs gelip çatar. Millî Birlikçiler de akıl almaz işlere imza atarlar. Malik Yolaç da ortaya çıkan karmaşadan nasibini alacaktır.
İhtilalden önce Hasan Polatkan’ın görevlendirdiği müfettişler incelemelerinde birşey bulamazken, ihtilalin ardından kontrolörler bazı tespitlerde bulununca Malik Yolaç’a da Yüksek Soruşturma Kurulu’nun yolu gözükür; “Gemilerimi bağladılar. 27 Mayıs’tan sonra
askerlerin yüzünden Yüksek Soruşturma Kuruluna sorgulanmaya götürüldüm. E.. gittim de ne oldu? Onlar da gittiler. Şimdi ben yine hayattayım. Rahmet okumuyorsam çok sevdiğim insanlar değil yani. Hakkımda soruşturmalar başlattılar. Fakat imdadıma genel seçimler
yetişti. Mahkemeye gireceğim sırada milletvekili oldum.

Milletvekili Malik Yolaç

Milletvekili olması daha da ilginçtir. Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala bir gün, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Ali Fuat Başgil’e Millî Birlikçiler tarafından yapılan silahlı tehditler yüzünden olacak, korkmuş bir halde Akşam Gazetesi’nde Malik Yolaç’ı ziyaret eder. Partiyi kapatacağını söylerken yüzünde korku izleri vardır. Malik Yolaç kendisini cesaretlendirir ve Ragıp Gümüşpala kararını geri alır.

Aradan bir süre geçer, Malik Yolaç hertaraftan tebrik edilmeye başlanır. Gümüşpala, 15 Ekim 1961 seçimleri için açıkladığı
adaylık listelerinde Malik Yolaç’ı İstanbul üçüncü sıradan bağımsız milletvekili adayı gösterir. dünyasındaki yaşamını şöyle anlatır; “O da komik tabii! Meclis’e girdik, AP’li mebuslardan biri ‘Yahu sen niye geldin buraya?’ dedi. ‘Neden?’ dedim. ‘Sen bağımsızsın kardeşim.’ (1) O zaman gittim idareye ‘Bana bir oda verin’ dedim. Kocaman bir oda, küçücük Malik Yolaç, odanın içinde. Aradan bir hafta geçti, bir baktım iki kişi geldi. Apaydın kardeşlerdi galiba.

‘Nedir?’ dedim. Bunlar partiye kızdılar, bağımsız oldular. Beş gün sonra üç kişi daha, derken 80 kişiye kadar dayandı bağımsızların sayısı. Partilerde bekledikleri mevkileri bulamayanlar istifa etmişti. Bu arada, 1961- 65 arası İsmet İnönü iki koalisyon hükümeti kurmuş, sıra
üçüncüsüne gelmişti. Ama Paşa hükümeti kuramıyor. Bana dediler ki git Gümüşpala’ya söyle

-Bağımsızların en kıymetlisi ben olduğum için değil, en eskisi ben olduğum için- kabine kurulmazsa tatsız şeyler çıkacak.’ Kalktım gittim. Ragıp Gümüşpala cesaret edemedi. Anlattım bunu arkadaşlara. O zaman da ‘İsmet Paşa’ya söyle’ dediler. Gittim. ‘Paşam’ dedim ‘Bakanlık makanlık istemiyoruz. Ama bu memleketin hâli malum. Bir an evvel hükümeti kurun, biz sizi destekleyeceğiz.’ ‘Peki’ dedi. Bizden de dört bakan tayin etti. Kabineyi kurdu.”

Ulaştırma Bakanı Malik Yolaç

İnönü, Yolaç’a önce Ulaştırma Bakanlığını verir: “Parasal konularda mahkemelerim var’ dedim, almadım. Bakanlık nasıl idare edilir bilmiyorum. ‘Tamam’ dedi ‘Sana Devlet
Bakanlığını veriyorum.’ Aslında ben bağımsızların başı olarak gitmiştim oraya. Onun için benim başbakan yardımcısı Kemal Satır’dan da önde olmam lazım. Düşünün, iki parti var. Bir partinin başkanı başbakan olursa öteki ne olur? Başbakan yardımcısı. Ama bir bildiğim yok ki başbakan yardımcısı olayım.”

Malik Yolaç, bakanlık uğruna onca yıl mücadele verenler siyasilere rağmen bakan oluverir. Fakat siyaset yaşamı Malik Yolaç’ın milletvekilliğinden ayrılmasıyla başına birsürü davaların açılmasıyla sıkıntılara neden olur. Aleyhine açılan 11 dava için mahkemeye çağrılır. Gemilerini de ihtilalciler yüzünden yok pahasına satmak durumunda kalır. Ali İpar’ın başına gelen Yassıada ve hapis felaketlerine maruz kalmamasına karşın bir filonun yok olmasına sebep olanlara derin kırgınlık duyarak şöyle devam eder; “Üç gemim vardı. Onları Beykoz’a çekip bağladılar. 4,5 milyon lira veriyorlardı üçüne. Çok yaşlı gemilerdi bunlar. Dünyanın bütün hurdalarını toplattılar bize. Çünkü 30 yaşından küçük gemi almak yasaktı. Dava açtılar ve her müteşebbise hep kuşkuyla baktılar ya, neyse 40 bin lira gayrimeşru servet buldular. Sonra onu da ‘Hadi affettik’ dediler ve 4,5 milyon liralık üç gemiyi 750 bin liraya sattık. İpar’ın hapiste çektiklerini ben hapse girmeden geçirdim.”

Akşam Gazetesi’ni bırakıyor

Akşam zarar etmektedir ve artık mâli olarak dayanılamaz hâle gelir. Yolaç, alacaklılardan sakınmak için son zamanlarında gazeteyi yeğeni Nur Ökten’e devreder; “O isim olarak yürüttü. Gazetenin başında yine ben vardım. Bir müşteri bulamadım. Bir gün hiç unutmam,
Selahattin Beyazıt geldi. ‘Gazeteyi satar mısın?’ dedi. O da mektepten Galatasaraylı. ‘Satarım’ dedim. Ne istediğimi sordu. ‘4-5 milyon lira.’ ‘İyi o zaman bir konuşalım’ dedi. Sonra benim aptallığım işte. Galatasaraylılık, mektepten olduğu için ‘Bak kardeşim gazetenin durumu şu. Şu kadar para zarar ediyoruz, şu kadar borcumuz var’ bilmem ne deyince, yanaklarımdan öptü. Teşekkür etti ve gitti. Bir daha da gelmedi.”

Malik Yolaç, gazeteyi 1971’de elinden çıkarır: “Sendikalar ve çalışanlar, maalesef hepsine çok iyiliklerim olan o gazeteciler bana ihanet edip gazeteyi ele geçirmek istediler. Benden düştü gazete; ama onların eline de geçmedi”

Hayat Sigortası öyküsü

Gazete Türk-İş’in eline geçer. Onlar da ancak 6 ay idare edebilir gazeteyi. Malik Yolaç bu; durur mu? Akşam’ı devrettikten sonra girişeceği işten de hayatının en büyük parasını kazanır.

Talat Aydemir’in oğlu Metin o sırada sigortada çalışmaktadır. Onunla birlikte bir proje geliştirip, gazeteler vasıtasıyla milleti sigortalamayı
hedefler: “Hayat sigortası yaptık. Kimse bilmez, Türkiye’nin en büyük hayat sigortası profesörü benim. 80 bin kişiyi sigortaladım. Korkunç para kazanmaya başladık. 80 bin kişi yetmedi. Onlara mektup yazdım.

‘Siz akıllı insanlarsınız. İstikbali düşündünüz; ama civarınızda kardeşiniz, akrabanız, dostunuz, bunun farkında değil. Bunu gidin anlatın; her yaptığınız sigortadan size 500 kâğıt. 10 bin kişi de oradan geldi mi? Gittim işte Polenezköy’de 100 dönüm yer aldım. Bir sürü masraflarımız oldu, şımardık. Çok masraf ettim, o paraları batırdık”

S.S.Yolaç

Aile bağları

Babasının yollar açmasından mülhem “Yolaç” soyadının aileye alınmasını öneren Malik Bey’in kardeşleri, yaptıkları evliliklerle aileye farklı
akrabalıklar kazandırırlar. Doğan, ünlü sinemacı Kadir Cemali’nin kızıyla birleştirir hayatını. Turan ise ünlü Zekiye-Sami Yağcıgil’in kızı Şehime ile Mehmet Germirli’nin evliliğinden doğan Nükhet Hanım’la izdivaç eder. Donanma Cemiyeti Reisi Yağcı Şefik Bey’in torunu Şehime Germirli Hanım’ın bir diğer kızı Rezan Has, ünlü işadamı Kadir Has’ın eşidir. Zaten Kadir Has da, bu sebeple Nükhet-Turan Yolaç çiftinin çocukları Can’ı evlatlık edinir.

Şehime-Mehmet Germirli çiftinin bir diğer kızı Ayla Hanım da ünlü Tatari ailesine gelin gider
ve Münir Tatari ile evlenir. Tatari ailesi Banat dişfırçalarının sahibi Zühtü-Beyhan Şenyuva çifti ile de dünürdür. Ayla Tatari’nin işadamı Halit Narin’le de hısımlığı vardır.

Turan Yolaç’ın eşi Nükhet Hanım, Hürriyet Gazetesi’nin eski sahibi Erol Simavi’nin eşi Belma Simavi ile kardeş çocuğudur. Hafız Muhittin Başar’ın eşi Mediha Hanım ile Nükhet Yolaç’ın annesi Şehime Hanım kardeştir. Mediha Başar, Cerrahgil Denizcilik Şirketler Grubu’nun
başkanı Eşref Cerrahoğlu’nun eşi Fulya Hanım’ın da babaannesidir. Kardeşinin evliliğiyle böylesine geniş aile bağlarına sahip olan Malik Yolaç, henüz çok genç iken ilk evliliğini Mahire Çizmeci ile yapar. Beraberliği iki yıl süren Malik Yolaç, bu sefer görücü usulüyle bir evlilik
gerçekleştirir: “Birbirimizi tanımıyorduk, evlendiğimizde. Onunla 60 sene birlikte olduk.

Görücü usulü evliliğin iyi tarafı da bu. Yoksa, siz 16-20 yaşında, kadının güzelliğine kapılıp, evleniyorsunuz. Ama karakteri nasıldır, ne yapar, evlendikten sonra ne olur, yemek bilir mi? Evde annem-babam olunca bunları didik didik ettiler. Ama görücü usulüyle evlendim, hani karakterlerimiz tam tersi. Ben siyahı seversem o beyazı sever. Ben tabiatı seversem o arkadaşlarını sever filan. Buna rağmen 60 sene çok güzel yaşadık.”

Malik Yolaç, bahsettiği ikinci evliliğini, ilk üç dönem Meclis’e Kütahya’dan girmiş, rahatsızlanıp vekillikten ayrıldıktan sonra mektep kurup en son Çamlıca Kız Lisesi müdürlüğünden emekli olmuş, gazeteci Mehmet Barlas’ın da akrabalarından Cevdet Izrab Barlas’ın kızı E. Gülsevin Hanım’la yapmıştır. Bu evliliğinden doğan ve Yasemin Kiremitçi’nin de annesi olan tek çocuğu Merve Hanım’dır.

S.S. Yolaç Merve

Spor Bakanlığı sırasındaki şike olayı

Türkiye’de, futbolda şike sebebiyle ilk resmî küme düşme olayı Malik Yolaç’ın Spor Bakanlığı döneminde gerçekleşir. 1963-64 futbol sezonunda, küme düşmesi kesinleşen Kasımpaşa, İzmir’de Karşıyaka’ya 4-0 yenilir. Şike, Kasımpaşalı futbolcu Ali Çobanoğlu’nun itirafı ile
ortaya çıkar. İşler karışır, ve Malik Yolaç soluğu İzmir’de alır; “Öteki takımın başında boyacı Yaşar ailesinden biri vardı. Külhanbeyi biraz. Beni bayağı tehdit etmiş, ‘İzmir’e gelirse yakarız, yıkarız’ diye. Bunun üzerine ben biraz ileri gittim. Ufak tefektim; ama çetin cevizdim. Hemen ertesi gün atladım, uçakla İzmir’e gittim. O da hava meydanına gelmiş. Elimi öperken resmini çektirdim. Efendim ‘Bakana İzmir’e gelme diyen bilmem kim, bakanı görünce… Beni İzmir’e sokmayacak adam, elimi öpüyor.”

Malik Yolaç onca mesleki birikimine rağmen parayı tutmasını öğrenememiştir: “Parayı tutma ruhum yok. Para ne olur düşünmedim, hep iş düşündüm” demiştir. Bir ara Arabistan’da inşaat işine de girişir, fakat bu sefer epey para kaybedip geri döner. Yaşamı soluk soluğa izlenecek bir macera olan Malik Yolaç bir söyleşi sırasında şöyle demiştir: “Fabrika idi, Gemiler idi, Gazete idi, Bakanlık idi, şuydu, buydu. Yahu Malik ihtiyarlayacaksın! İhtiyarlığında hiç olmazsa seni yormayacak, hafif bakkallık dahi olabilir bu, bir iş ayarla kendine. Onu da yapamadım. Şimdi Moda Burnu’na kadar 15 tane sokak köpeğim var. Köpek çobanlığı yapıyorum. Bütün şeyimiz o”(2)

Malik Yolaç 8 Kasım 2019 günü 98 yaşında vefat etti. Akşam gazetesinin de eski sahibi olan Malik Orhan Yolaç için Kadıköy Zühtü Paşa Camii’ndeki törende taziyeleri kızı Merve Harmancı, kardeşi Kayhan Yolaç, torunu Yasemin Altan ve torununun oğlu Can Malik
Kiremitçi kabul etti. Cenazeye Malik Orhan Yolaç’ın torunu Yasemin Altan’ın eski eşi şair Tuna Kiremitçi de katıldı. Yolaç’ın Türk bayrağına sarılı tabutunun önüne en sevdiği gençlik fotoğrafı konuldu.

Babasının müthiş bir insan olduğunu, Akşam gazetesinin sahibi olduğu yıllardan tutkuyla söz ettiğini anlatan Merve Harmancı, “Kendi vefat ilanını 3 yıl önce hazırlamıştı. Bize sadece yayınlamak kaldı” dedi. Yolaç’ın 92 yaşındaki kardeşi Kayhan Yolaç da, “Çok esprili, herkesle dost olan, kibirli olmayan bir insandı. Bir tek bana tavlada yenildiğinde kızardı” diye konuştu.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Malik Yolaç için yayınladığı mesajda

“Cemiyetimizin onursal üyesi, Akşam Gazetesi’nin önceki sahiplerinden Malik Yolaç’ı kaybettik. Gazetecilik mesleğine uzun yıllar emek veren Malik Yolaç’ın ailesine ve basın topluluğumuza baş sağlığı diliyoruz” denildi.
Malik Yolaç’ın cenazesi 10 Kasım 2019 Pazar günü Kızıltoprak Zühtüpaşa Camisi’nde kılınan öğle namazın ardından Kartal Merkez Mezarlığı’nda toprağa verildi.

(1) Cemal A.Kalyoncu, Bir medya patronunun ibretlik hikâyesi 15 Ekim 2007, Aksiyon Dergisi.
(2) Osman Öndeş, Kadıköy’ün Güngörmüş Sayfiyesi Moda; K-İletişim Yayınevi, 2021.


Bunları da beğenebilirsin