Denizcinin anasayfası

Sultan III. Selim’in yerdeki tuğra madalyonu

Kuruhavuzun duvarındaki yerinden sökülmüş Sultan III.Selim tuğrası olan mermer madalyonu etrafında mutluluk dolu hatıra fotoğrafı.

Değerli gençler; Haliç Tersanesi’nde önünde poz poz fotoğraf çektirdiğiniz tuğra madalyonu olan mermer eser, I. No.’lu kuru havuzu inşa ettiren, devrinin Batı kültürüne, sanayisine kıymet veren, ayni zamanda musiki aşığı, bestekar ve hattat Sultan III.Selim’in tuğra madalyonudur.

Uygarlık adına devrimler yapmak istediği için alaşağı edildi ve feci şekilde katledi..

Bu tuğra madalyonunu yerinden söktürerek yere indiren hangi cahil ise, utanmasını kendine bırakarak, sizler; aydın Türkiye’nin genç kuşak temsilcileri, bu tuğra madalyonunu tekrar I.No.’lu kuru havuz’daki kitabesinin üstüne yerleştirin. Bunu yapabilmek için
akademisyenlerden yardım alın.. Ve ayrıca, eğer bilmiyorsanız lütfen öğrenin….

Delmar Safety

Tuğra nedir..

Türk Tarih Kurumu Padişah Tuğralarını şöyle anlatıyor:

 

Tuğrayı büyük Selçukilerde, Anadolu Selçukilerinde, Anadolu Beyliklerinde, Memlûklerle Osmanlılarda da görmekteyiz. Osmanlı Tuğraları sonradan arma şeklini alarak paralarda, resmî binalarla resmi kağıtların üzerinde ve hüviyet belgelerinde da kullanılmak suretiyle
geliştirilmiştir.

Tuğra’nın Farsçası (Nişan) ve Arapçası (Tevkî) dir. Osmanlılarda Tuğra, hükümdarın ismini içeren simgesel şekil demektir.
Tuğralarda hükümdarların isimleriyle babalarının adları vardır; bundan başka on sekizinci asır ortalarına kadar Padişahın babasının adının sonuna (Hân) sıfatı ilâve edilmiştir. Hükümdarın ismi tuğranın en altına yazılır.

Evvela Berat, Menşur ve Fermanların üzerlerine çekilen tuğra daha sonra paralarda ve yine bu ilk devrelerde (on beşinci asır) defterhane defter ve kayıtları başında ve daha sonra ise bir arma olarak senetlerle pullar ve Bayrak, Nüfus tezkeresi, damga resmi kağıdı üzerinde ve binalarda görülmek suretiyle genel uygulama ve gelenek haline gelmiştir.

Tuğralar birer hat sanatı şahaserleridir.

Demektir ki, o yerlerde sürünen Sultan III.Selim tuğra madalyonu ayni zamanda emsalsiz bir sanat eseridir.

Padişahların tuğraları

Dünyanın en eski tersanesi olan Tersane-i Âmire’den kalan son tersane olan Haliç- Kasımpaşa Tersanesi’ndeki tahrip edilmiş eserleri artık onarın ve yerlerine yerleştirin.

Bu tersanede I. No’lu kuruhavuz Sultan III. Selim zamanında, II.No.’lu kuruhavuz Sultan II.

Mahmud zamanında inşa edildi.

Her eserin giriş kapısına veya bu kuruhavuzlarda olduğu üzere yüksek duvarlarına mermer kitabe ve üzerine de vakfeden padişahın tuğra madalyonu yerleştirilirdi.

Sultan III.Selim’in tuğra madalyonu zamanında yerinden söküldü.. Nasıl olduysa, kırıp yok edemediler, ama tersanede bir binanın önünde dayadılar!

Şimdilerde “Duvardan düşmüş..” diyenleri okudukça derin üzüntü duyuyorum!

Herşeyi bilmek zorunda değiliz.. Ama taşıdığınız resmi sıfata saygı duyarak, hiç olmazsa Prof.Dr. İdris Bostan Bey’e müracaat etmek de mi aklınıza gelmiyor?

Biliniz ki; Kasımpaşa Haliç Tersanesi’nin müze olması için ilk Prof.Dr. İdris Bostan Bey çırpındı durdu…Kös dinlediler..

Sultan III. Selim, gemi inşaatında ve onarımında ülkenin bu sanayi dalında yer alması adına; gemi inşa ve onarım sanayi adına Haliç’te bir kuruhavuz inşa ettiriyor.. Havuzun alınlığındaki duvara da Osmanlı geleneğine göre tarihçe anlamında kitabe ve üzerinde vakfedenin imzası olan tuğra madalyonu yerleştiriliyor.

Bu tuğra madalyonunu suçlu gibi birileri yerinde sökmüş.. Yerlerde duruyor!

Kitabeler bakımsız, pis, kararmış, kimisi demir raspalarla kazınmış, bunları fark etmelisiniz!

  1. ’lu Kuruhavuzu yaptırtan Sultan III.Selim’in yerinden sökülerek yere indirilen tuğra madalyonu ….Defne dalı süslemesi ile çerçeveli ve 1292/1875 tarihi yazılı. Ayni zamanda muhteşem bir tarihi mermer sanat eseri. Ve yerlerde…..

Sultan III. Selim bir padişah olarak devrinin aydın, aynı zamanda sanata, musikiye meraklı bir devlet adamı idi.

27 Cemâziyelevvel 1175’te (24 Aralık 1761) doğdu (Vâsıf, I, 206-207). Babası III. Mustafa, annesi Mihrişah Sultan’dır. Aslen Gürcü (Hammer, IV, 528) veya Çerkez olduğu belirtilen annesinin Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi tarafından babasına hediye edildiği söylenmektedir Selim’in ıslahatçı zihniyetini bir baba mirası olarak (Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları:

Nizam-ı Cedit, s. 12) küçük yaşlarda edindiği doğrudur ve bunun âdeta kaderini belirleyecek şekilde bilinç altına yerleştiğini söylemek yanlış olmaz. Bununla beraber maddî ve mânevî alanlarda köklü bir değişiklik geçirmekte olan Avrupa’daki gelişmelerin dönemin genel havasında yarattığı etkilerden de uzak kalmamıştır.(Müelliifi Kemal Beydilli).

Selim doğumundan itibaren devleti kurtaracak ve yenileyecek, düşmanlara karşı muzaffer olacak bir “sâhipkırân” olduğu inancı içinde yetiştirilmişti. ..Tahta çıktığında devam etmekte olan Rus ve Avusturya savaşının kötü gidişatına engel olmaya çalıştı, hatta bizzat sefere çıkmaya teşebbüs etti (Karal, Selim III’ün Hatt-ı Hümayunları: Nizam-ı Cedit, s. 23). Savaşın seyrini değiştirecek ehliyetli kumandanlar bulup bunları sadrazam tayin etmekte zorlandı.

Camilerde okutulan dualara rağmen, düşman karşısında başarılı olunamaması üzerine, “Para ile yapılan duadan hayır gelmez” diyecek kadar açık görüşlü ve gerçekçi idi.

Devleti, bir din devleti olarak gören ve Ordunun bir Hristiyan devletle ittifak yapmasını dinen caiz görmeyen tutuculara karşı çıktı ve bu konudaki muhalefeti ortadan kaldırdı. Rus savaşının bitimi Selim dönemini simgeleyen Nizâm-ı Cedîd adı altında yeni bir ordu kurmaya karar verdi. (1792)..

Yenilikleri düşmanla savaşmaktan kaçmış olan ordu ve devlet adamlarıyla yürütmeyi mümkün görmediğinden, alışılmışın dışında bir uygulamaya giderek kendisine yakın ve işin

gerekliliğini kavramış, bu yolda hayatını feda etmeye hazır bir ekiple yola çıkmayı daha uygun buldu. Avrupa tarzında eğitilmiş bir ordu (Nizâm-ı Cedîd Ordusu) kurulması ve yeni bir donanma yapılması işini başarıyla sürdürdü.

Ordu ve donanmanın ağır masraflarını karşılamak üzere bağımsız bir defterdarlık ve fon (Nizâm-ı Cedîd hazinesi) oluşturdu, yeni vergiler koydu ve kayıpları önledi. Tasarruf edilmesine, lüks ithal malı kullanımına son verilmesine, devlet gelirlerinin arttırılmasına ve ticaretin gelişmesine önem verdi; bu amaçla devlet adamlarını ve imkânı olanları gemiler edinerek deniz ticaretine ve taşımacılığına teşvik etti.

Müslüman olmayan Osmanlı tebaasından isteyenlere “Avrupa Tüccarı” adıyla berat verilerek Avrupalı tüccar statüsünde ticaret imkânı tanıdı. D’Ohsson bu şekilde seksen iki gemilik bir ticaret filosu oluştuğunu kaydetmiştir. (Öner, s. 152).

Mevcut Mühendishâne-i Bahrî’nin elden geçirilerek geliştirilmesi ve nihayet Hasköy’de Humbaracı ve Lağımcı ocakları kurularak bunların efradına Kara Harp Okulu gibi eğitim veren askerî bir mühendishâne tesisi (1795), burada bir matbaa açılması (1797), Levent ve Üsküdar’da büyük kışlalar inşası, yeni askerî teşkilât için benzerlerinin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yapımı yenileşme hareketinin askerî ağırlıklı olduğu görünümüne kuvvet vermekteydi.

Matbaa, III. Selim’in ağır masraflarını sineye çektiği aydın şahsiyetinin önemli bir uğraşısı

oldu. Burayı denetler, basılacak kitapları belirler, inceler, usta ve zanaatkârları taltif ederdi. Askerî kurumları da babası gibi sıkça denetimden geçirmekteydi. İzlenimlerini yazarak ilgililere bildirmekte ve gerekli uyarılarda bulunmaktaydı. Yazılarını çok defa eğitici ve öğretici bilgilerle donatırdı. Bu notları bazan ince nüktelerle, alaycı ima ve istihzalarla dolu olabilirdi. Kırk defa yazdığı şeyin hâlâ anlaşılmamış olmasına kızdığı bir sırada sadrazama, “Uyarı notlarımı toplayacak olsam koca bir kitap olurdu” demesi mizacının bu yanını aksettiren bir örnektir.

Dış ve iç siyasette devri pek çok önemli hadiselerle dolu geçti. İçte merkezî idarenin güçlendirilmesi için verdiği uğraştan istenilen sonuç elde edilemedi. Pazvandoğlu, Tirsiniklioğlu, Tepedelenli, İşkodralı, Canikli, Cezzar, Kavalalı gibi güçlü âyanlara tahammül etmek zorunda kaldı. Bunların arasında yabancı bir devletle savaşır gibi seferber olduğu, ancak başedemediği Pazvandoğlu’nun isyanını bastırmaya çalışması yanında (1798) özellikle Selim’in, “Bizi dünyaya rezil ettiler” dediği, Dağlılar olarak bilinen ve 1792 barışından sonra yıllardır Balkanlar’ı kasıp kavuran eşkıya çetelerinin (Kırcalılar) ortadan kaldırılması için uğraştı (1796).

Dış siyasetteki gelişmeler daha vahim neticeler verdi. Fransız İhtilâli 1792’den itibaren genel bir Avrupa savaşı dönemi başlatmış bulunuyordu. Avrupa devletlerinin Fransa ile meşgul olmalarından ötürü bu gelişmeler ilk zamanlar girişilen reformlar için uygun şartlar oluşturdu. Dağılan kraliyet, piyasaya bol miktarda işsiz kalmış subay ve teknik becerisi olan eğitilmiş insan sunmaktaydı.

III. Selim bu insanların ordu, donanma ve mühendishânelerde istihdam edilmesinde tereddüt etmedi. Bunlar; Gemi inşa mimar ve mühendislerinden Tersane’de havuz yapımcılarından, tâlimli askerlerin eğitmenlerden, top döküm ustalarından, kalafatçı ve burguculardan marangozlara kadar uzanan bir liste teşkil etmekteydi.

III. Selim bu elemanların temini ve cazip bir ödemede bulunulması işleriyle yakından ilgilendi. Londra (1792), Paris, Berlin ve Viyana’da (1797) açılan dâimî elçiliklerden bu tür işler için istifade etmeye çalıştı.

III. Selim, Mart 1805’te genel askerlik uygulamasına geçilmesine teşebbüs etti ve Prusya’daki uygulamadan esinlenmiş olarak yirmi-yirmi beş yaş arası için mecburi askerlik hizmeti getirilmesini öngördü; ancak genel bir hoşnutsuzluğa yol açtığından bundan vazgeçmek zorunda kaldı (Zinkeisen, VII, 342-343). Ertesi yıl aynı uygulamada ısrar etmesi ve bunun Rumeli’de de tatbikine karar vermesi hükümdarlığının dönüm noktası oldu.

Ancak; ..III. Selim fedakârlıklarına rağmen tahtını kurtaramadı; yenilikçiliği, Batıya dönük oluşu, dinden çıktığı ve zürriyeti olmaması aleyhine bahane olarak kullanıldı. Bundan böyle padişahlık yapamayacağı ileri sürüldü ve nihayet tezgâhlandığı gibi Şehzade Mustafa’nın ismi zikredilmeye başlandı.

Fazla direnmeden, belki yılmış, biraz küsmüş ve bıkmış, fakat muhakkak ki incinmiş bir ruh halinin teslimiyeti içinde kendi hukukunu savunma girişiminde bulunmadan tahttan çekildi, yeğenini kendi eliyle tahta oturttu ve on sekiz yıl önce terkettiği Şimşirlik Dairesi’ne tekrar geri döndü.

Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanan Selim taraftarlarının darbe girişimi hüsranla neticelendi. Darbe 4 Cemâziyelâhir 1223’te (28 Temmuz 1808) saraya hücumla başladı ve öğleden sonra ölüm kalım noktasına ulaştı. Alemdar sarayın kapılarını kırıp içeri girdiğinde Arz Odası’nın Bâbüssaâde’ye bakan kapısı önündeki sofaya bir şilte üzerine konmuş Selim’in cesediyle karşılaştı. Saat 4 sularında Sarayburnu’ndan top sesleri duyulmaya başlandı. Bu saltanat değişikliğinin işaretiydi. Genelde Selim’in tekrar tahtına kavuştuğu zannediliyordu. Bir saat kadar sonra yeni sultanın II. Mahmud olduğunu ilân edildi. Selim öldürülmüş, Mahmud zorlukla kaçarak kurtarılmıştı (28 Temmuz 1808).

III. Selim, kendini savunmaya teşebbüs etmiş, başlarında Başçuhadar Abdülfettah, Kethüdâ Ebe Selim, hazine vekili Nezir ağaların bulunduğu, daha sonra hepsinin yakalanarak idam edileceği yirmi kadar kātille boğuşmak zorunda kalmıştı. Naaşı üzerindeki darp izleri, kanlı bereli hali, sağ şakağının derisi sakalıyla birlikte çenesine kadar sıyrılmış olduğunun tasviri (Cevdet, VIII, 308) kendisinin kanlı bir şekilde şehid edildiğine işaret etmektedir.

Ertesi gün geniş bir halk kitlesinin katılımı ve esef nidâları arasında büyük bir merasimle babasının Lâleli’de yaptırdığı caminin türbesine ve yanına gömüldü. Hak etmediği bir muamele görmüş olarak kendisinin meziyetleri ve icraatları İstanbul kahvelerinde uzun zaman efsane gibi anlatılmaya devam etmiştir.

Saray ressamı Konstantin Kapıdağlı tarafından çizilen III. Selim portresi, 1804.

 

III. Selim geride askerî işlevde pek çok eser bırakmıştır. Kasımpaşa, Beşiktaş ve Galata mevlevîhânelerini onartmıştır. Çeşitli yerlerde çeşmeler yaptırmış, Eyüp Sultan Camii ve Türbesi’ni ihya etmiş, türbenin şebekelerini som gümüşten döktürmüş ve altın avizeler taktırmıştır. Üsküdar Harem İskelesi arkasında Selimiye olarak anılacak yeni bir semt kurmuş, burasını büyük bir kışla, adıyla anılan cami, tekke, hamam ve diğer binalar, zâbit evleri, iş yerleri inşasıyla mâmur hale getirmiş (bk. Selimiye Camii Ve Külliyesi), büyük ve müstakil bir bina yaptırarak Mühendishâne Matbaası’nı buraya taşımıştır (1802).

III. Selim Dönemi’nde yapılan ıslahat hareketleri

Askeri alanda yenilikler

Askeri alanda özellikle subay yetiştirilmesine önem verilmiştir. III. Selim; Yeniçerilerin ve Tımarlı Sipahilerinin ıslahatıyla ilgili 72 maddelik bir ferman yayınlanmıştır. Bu maddelerin ana başlıkları;
Yeniçeriler’in Esame (künye) alımı yasaklandı.
Nizam-ı Cedit adlı ilk kez batılı tarzda ordu kurulmuştur.
Bu ordunun masraflarını karşılamak için İrâd- ı Cedit adlı bir hazine kurulmuştur.
Askeri okullarda ilk kez yabancı dil (Fransızca) eğitimi başlamıştır.
Hıdırelles’ten kasım ayına kadar olan talimler üçe çıkarıldı.
1790 yılında Tophane’de bir okul yaptırmıştır.
1792 yılında ise Halıcıoğlu’da bir Humbaracı ocağı kurmuştur. Bu kışlanın bir bölümünde istihkamcı, diğer bir kısmında ise humbaracı yetiştiriliyordu.
Daha önce Eyüpsultan’da bulunan Mühendishane-i Sultan-i Halıcıoğlu’na taşındı.

1800 yılında Humbaracı Ocağı’na bağlı olarak Mühendishane-i Fünun-i Berr-i Hümayun kuruldu.
Camialtında bulunan Tersane Mühendishanesi’ne gemi inşaat bölümü de eklenmiştir. 1805 yılında yine bu okul, inşaat ve seyrü sefain adlı iki ana bölüme ayrılmıştır.
Osmanlı’nın ilk resmi yabancı dili Fransızca olarak belirlenmiştir.
İlk resmi devlet matbaası kurulmuştur..
Yerli ticareti korumak için Avrupalıların, ülke içinde ticaret yapmalarını yasaklamıştır.

Osmanlı ordusunda Nizam-ı Cedid (Büyük Düzen) tasarısını gerçekleştirmiş III. Selim’e ait, Polonyalı ressam Joseph                                                         Warnia-Zarzecki tarafından çizilmiş portre, 1890

 

Bilgili ve kültürlü bir devlet adamı idi.

III. Selim babası ve amcasının eğitimine verdiği önemden dolayı bilgili ve kültürlü bir şehzade olarak yetişti. Bir yandan doğu kültürüne ilgisini devam ettirirken batı kültürüne de ilgi duyuyordu. İlk defa 1797 yılında III. Selim zamanında İstanbul’a Avrupa’dan gelen bir grup opera gösterisi sergiledi. Fransız mimar ve ressam Antoine Ignace Melling İstanbul’da birçok yapılar inşa etti.

İstanbul’un çeşitli manzaralarını gösteren gravürler çizdi. III. Selim’in kız kardeşi Hatice Sultan’ın Melling tarafından Ortaköy semtinde inşa edilen sarayı İstanbul halkı ve Avrupalılar arasında çok ün kazandı. Bir yandan da eleştirilere neden oldu. III. Selim sık sık kız kardeşinin sarayına uğramaktan büyük zevk alırdı.

III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. İlhami mahlasıyla birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab,Arazbarbûselik ve nevakürdi makamları III. Selim’in buluşlarıdır. Dini müzik olarak ayin, durak, nat, ilahi formunda, din dışı müzik olarak Kâr, beste, semai, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semaisi formunda 64 civarında eser bestelemiştir.

Sultan III.Selim’in hayat öyküsünü; “Türk ve İslam Ansiklopedisi”, Âsım Efendi, Tarih-i Âsım, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Nizâm-ı Cedîd Ricalinden Kadı Abdurrahman Paşa I,” Belleten, Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V. Cilt- Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri (1789-1856).
Türk Tarih Kurumu. 2011, “Türk Musikisi Sitesi” gibi akademik kaynaklardan aktarılarak hazırlanmış bir metinden daha da özetleyerek anlattım.

Böyle bir devlet adamı Haliç’teki I.No.’lu Kuru havuzu inşa ettirtiyor. Fakat Tuğra madalyonunu birileri suçluymuş gibi yerinden söktürmüş ve yerlerde sürünmekte!

“Bu tuğra madalyonunu yerine yerleştirelim, kitabeyi ve etrafını onaralım ve Haliç Tersanesi tarihine lâyık hale getirelim” diyecek bir devlet otoritesi yok mu?

II. No’lu kuruhavuzu vakfeden Sultan II. Mahmud idi.
Durum daha da beterdir. Ne tuğra ve ne kitabe kalmıştır.. Hepsini kazımışlar…
Oysa, zamanında Devlet gelenekleri doğrultusunda yine bu havuzun alın duvarına mermer kitabe ve üzerine Sultan II. Mahmud’un tuğra madalyonu olan süslemeli mermer madalyonu yerleştirdiler.

II. No.’lu kuru havuzu inşa ettirdiği için Sultan II. Mahmud utanç vereci bir iş mi yapmıştı ki Bu kuru havuzun tarihçesini anlatan kitabeyi ve vakfeden padişah Sultan II.Mahmud’un tuğra madalyonu kazınmıştır.

 

Kitabeyi ve tuğra madalyonunu kim kazıyıp yok ettiyse Allah kahretsin…

Oysa, Ahmet Demir imzasıyla Mevzuat Dergisi’nde özetle anlatıldığı üzere; İngiliz Tarihçi Harold Temperley; onu Kanuni Sultan Süleyman’dan bu yana Osmanlı’nın en büyük padişahı olarak değerlendirmiş ve “İstanbul’da büyük bir kaos yaşanırken, tahta çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun o harikulade canlılığını hızla harekete geçirerek onu tekrar güçlü kılan padişahtır” diye yazmıştır.

Bazı tarihçiler Sultan Mahmud’u “kararlı ıslahatçı” diye vasıflandırmışlar ve “400 senelik mazisi ve 100.000 den fazla mensubu bulunan Yeniçeri ocağını kaldırması, Osmanlı tarihinde en önemli kilometre taşı olmuştur” diye tanımlamışlardır.

Helmuth Von Moltke; Prusya ordusunun mareşalıdır. 1837-1839 seneleri arasında kurmay binbaşı olarak Osmanlı ordusunda danışman olarak görev yapmıştır. Anılarında, Sultan II. Mahmud’u Rus çarı Büyük (Deli) Petro ile mukayese edenlere karşı onun devrimlerini takdir eder, ancak “ Büyük Petro ülkesine toprak kazandırdı, Sultan Mahmud ise kaybettirdi” yorumlamıştır.

Türk Tarihçisi Yılmaz Öztuna; “Bugünkü Türkiye’de Atatürk ne ise, o günün Türkiye’sinde Sultan Mahmud da o idi. Öyle prensipler koydu ki, öldükten sonra bile mezarından rejimini yönetiyor, kimse dokunamıyordu” diye yazmıştır.

İstanbul’un Yeniçeri Caddesi’ndeki türbesinde; “Büyük bir padişah, adil ve bilge imparatorluğun güneşi, doğunun kapılarını yeni bir yaşama açtı” yazılıdır.

Sultan II. Mahmud için bu övgüler yanında, giriştiği yenilikler için “Gavur Padişah” diyenler de olmuştur.

Haliç Tersanesi’nin 1957-58 yıllarına ait bir fotoğrafı (Üstte solda) var; Şöyle anlatılmış; Sokollu Mehmet Paşa Camii’nin önündeki istimlakler ve yıkımlar tamamlanmış, Tersane Caddesi’nin genişletilmesi için hafriyat çalışmaları ve yol tesviyesi aşamasında…Karşıda Atatürk Bulvarı’nın(1940 başında tamamlanmış) solundaki büyük baca eski Unkapanı Değirmeni’nin bacası…Oralar 1960’ların başlarında yıkılıp ortalarında İMÇ yapılacak…Cibali girişinde Tekel ve Merkez Bankası’na ait iki büyük bina da olmadığına göre 60’lardan öncesi olmalı…Haliç Tersanesi’nde dört köşesinde dört ayrı kaptan köşkü olan 5 adet Fransız yapısı araba vapurundan biri görünüyor.Bunlar 1952’de ithal edilmiş olduğuna göre daha sonraki yıllar…Dediğim gibi 1957-59 arası ..”

Bu konuda; kuru havuzların ve tersanenin Kasımpaşa Yokuşu civarında kalmış olan perişan haldeki ana giriş kapısı ve kazına kazına rezil bir hale getirilmiş ve yok edilmiş olan mermer kitabesi yeniden bir hattat tarafından aslına uygun şekilde yazılarak ihya edilmeli ve etrafı düzenlenmelidir.

Bir zamanlar burada resmen terk edilmiş iki adet Osmanlı devri top da vardı! Şu hale bakın…

Tuğra madalyonu kazınmış. Kitabe mermerindeki kitabe kazınmış ve yerine cahillik örneği olarak “Denizcilik Bankası T.A.O. Gemi İnşa ve Tamir İşletmesi Haliç Tersanesi” harfleri yerleştirilmiş. Birçok yeri kırılmış bir halde…(Fotoğraf: Osman Öndeş)

 

Sizlere düşen çok önemli bir görev var

Tüm yetkililer, Sizlere düşen çok önemli bir görev var; Haliç Tersanesi, halen dünyadaki en eski bir tersane olarak müze haline getirilmelidir.

Bu muhteşem eserin dünyadaki benzerleri gibi bir denizcilik müzesi haline dönüştürülmesi konusunda ben de birkaç sene belge çalışması yapmıştım. Bu çalışmam “Tersâne- Âmire Denizcilik Müzesi” başlığıyla Gisbir tarafından yayınlamıştı.

Bu eser görsel olarak da ilgilenecek olan resmî kurumlara ışık tutacak özelliktedir.

Bu tersane, bir tarih ve kültür ve sanayi mirasıdır. Burada artık gemi, yok deniz taksisi filan inşa etmeyi ve onarım yapmayı bir marifet saymayın.

Kuru havuzlardan birinde; devrinin en büyük harp gemilerinden olan Mahmudiye Kalyonu’nun replikası inşa edilerek sergilenebilir.

  1. ’lu Kuruhavuz’da ise takdir ederlerse ve değeri idrak olunur ise, Savarona Yatı sergilenebilir.

Burasını Tersane-i Âmire Denizcilik Müzesi kavramında dünya ve İstanbul tarihine, kültürüne armağan edin.

 

 


Bunları da beğenebilirsin