Denizcinin anasayfası

Tarihe tanıklık eden bir bilimadamı Prof. Dr. Teoman Özalp

18 Ocak 2017’de rahmete kavuşan Prof.Dr. Teoman Özalp ile zaman zaman sohbetlerimiz olmuştur.

Yaşam öyküsünü yazmak istediğimde bana yazdığı “Tanıklık Ediyorum” başlıklı bir eserini iletmişti. Bu makalem “Endaze” başlıklı eserimden kendisini anmak amacıyla özetlenmiştir.

Prof. Dr.Teoman Özalp, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından General Kazım Özalp’ın oğlu olmasıyla, yaşamında Atatürk’e ait çok değerli anıların yer ettiği bir bilim adamı. Yaşamını iki eserinde anlatmış; bunlardan biri, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi yayınlarından neşredilmiş. Diğer ise, çok daha kapsamlı şekilde Cumhuriyet’in ilk yıllarını ve Atatürk’e ait anıları içermekte. Bu anıları “Tanıklık Ediyorum” başlığıyla Epsilon Yayınları’ndan neşredilmiş.

 

 

Delmar Safety

Teoman Özalp Bey’le Gepa’daki çalışma odasında yaptığımız sohbetlerde hem anlattıklarını kaydetmiş, hem de ağırlıkla belirttiğim iki eserinden bu engin yaşamın ayrıntılarına ulaşmıştım. Özetle bazı kısımlarını nakletmek isterim; Şöyle başlıyordu;

“Babam Kazım Özalp Paşa, 1882 yılında o zaman Osmanlı topraklarında olan Rumeli’de, Köprülü’ye yakın Kozan adlı küçük kasabada doğmuştu. 1905 yılında Erkân-ı Harp mektebinden yüzbaşı olarak mezun olduktan sonra, Bulgar çetelerine karşı savaşmakla görevlendirilmiş. Balkan savaşında görev yapmış ve I. Dünya Harbi’nde Doğu Anadolu’da Van Seyyar Jandarma Fırkası ve 37. Kafkas Fırkası kumandanlıklarında bulunmuştu. 1917 yılında miralaylığa (Albaylığa) terfi etmişti.

Zamanla İzmir Şimal Cepheleri kumandanlığı yaptı. Sakarya Savaşına Müretteb Kolordu Kumandanı olarak katıldı. Sakarya Savaşı zaferinden sonra paşa rütbesi verildi ve Milli Müdafaa Vekili seçilerek Ankara’ya geldi. Cumhuriyet’in kurulmasında Mustafa Kemal Paşa’nın en yakın arkadaşlarından biri olarak çalışmıştı.

Halasının kızı olan annemle 1923 yılında Ankara’da evlenmişler. Annem Müdevvet Özalp, 1895 yılında Köprülü’de doğmuştu. Yeterli bir eğitim almamış olmasına rağmen çok akıllı, otoriter ve ev işlerinde çok temiz ve düzenli bir kadındı. 16 yaşında evlenmiş ve iki çocuğu olmuştu. İlk eşi Mehmet Saim Bey subay olarak görev yaparken Sakarya muharebesinde şehit düşmüş ve annem dul kalmıştı. Birkaç yıl sonra akrabası olan babamın çağrısı üzerine oğlu Enver (Ağabeyim) ve kızı Neriman (Ablam) ile Ankara’ya gelmiş ve babamla evlenmişti.

Ben 1925 yılında Ankara’da dünyaya geldim. Bunedenle 1930 yılına kadar çocukluk dönemindeki anılarımı ancak aileden aldığım bilgilerden, fotoğraflardan ve okuduklarımdan toparlamaya çalıştım. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara ve ilkokul yıllarım Cumhuriyetin ilanından sonra sıra Mustafa Kemal Paşa’nın demokratik, laik ve çağdaş bir devlet kurulması için önceden düşündüklerine paralel olarak devrimlerin ve gereken çalışmaların yapılmasına gelmişti. Mustafa Kemal Paşa Hilafetin kaldırılması ve Medeni Kanun’un çıkartılması esnasında Milli Mücadele’de beraber çalıştığı bazı arkadaşları ile anlaşmazlığa düşmüştü.

Başlangıçtan beri kendisine gerçekten inananlarla yoluna devam edecekti. Bir yönden de başkentin modern bir şehir olabilmesi için gereken plan ve yapılanma çalışmalarına başladı. Ablam Güner ve ben çocukluk yıllarımızı Keçiören’deki evimizde geçirmişizdir. Büyük ablam Neriman İstanbul’da Dame de Sion Fransız kız okulunda, ağabeyim Enver Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okuyorlardı ve tatillerde Ankara’ya geliyorlardı.

Yaz tatillerini İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda geçirirdik. Gazi Paşa babamın sarayın Beşiktaş’a en yakın binası olan Veliaht dairesinde yaz aylarında oturmasını uygun bulmuştu.

Babam, Gazi saraya geldiğinde çocukların ön bahçeye çıkmalarını yasaklardı. 1930 yılı başlarında ablam Güner altı, ben ise beş yaşımı doldurmuştum. Artık yaşadığımız olayları daha iyi anlıyor ve anımsayabiliyorduk.

1928 yılında kurulmuş olan Türk Maarif Cemiyeti (Türk Eğitim derneği) bir iki yıl içinde açmayı planladığı ilkokula hazırlık olmak üzere Yenişehir’de bir anaokulu açtı. Ablamla beni bu okula kaydettiler. Gazi Mustafa Paşa Bulvarı’nın İzmir Caddesi ile kesiştiği köşede bulunan iki katlı bir binada anaokuluna başladık.

1930 sonbaharında ablamın ilkokula başlama zamanı gelmişti. Yenişehir’de yalnız Mimar Kemalettin ilkokulu vardı. Çankaya’da İsmet Paşa’nın evinin karşısında, Çankaya ilkokulu yeni açılmıştı. Ömer’i(İnönü) bu okula vermişler ve memnun görünüyordu. Babam, Güner’i de bu okula yollamaya karar vermişti.

“Ben de okula gideceğim” diye tutturdum. Yaşım küçük olduğu için beni almıyorlardı. Sonunda bir çözüm bulundu: “Nüfus kağıdı kayboldu, yenisi çıkartılıyor” diye okulu bir süre oyalayacaktık. Yaş dolduktan sonra herhalde babamın devlet makamındaki görevi de etkili olmuştu. Uzmanların, altı yaşını geçtikten sonra ilkokula başlanması gerektiği görüşü doğru çıkmıştı. Bütün eğitimim boyunca, özellikle ilkokulda sınıf arkadaşlarımdan bir yaş küçük olmanın zorluklarını her zaman çektim, daha fazla çalışmam gerekti.

Adımı Gazi Paşa verdi

Doğduğumda babam arkadaşı Maarif Vekili Necati Bey’in de görüşünü alarak ismimi Türk tarihine adı geçen “İlker Han”dan esinlenerek, İlter koymuştu. Altı yıldan beri ben bu ismi taşıyordum. Türk tarihini devamlı inceleyen Gazi Paşa Türk devletinin kökeninin Orta Asya’daki Hun İmparatorluğu’na dayandığını kabul etmişti. Hun İmparatorları adlarının Türk çocuklarına verilmesinin uygun olacağını düşünmüştü. 1931 yılı Nisan ayı başlarında “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni, bugünkü adıyla Türk Tarih Kurumu’nu kurdurmuştu. 16 Nisan 1931’de yaverine “Bu gece Meclis Reisi Kazım Paşa’nın evine gideceğiz.

Oğlunun ismini değiştirerek ona Hun İmparatorlarından birinin adını vereceğiz. Paşa’ya duyurun” demişti. Gece beni evimizin yemek salonuna indirdiklerinde Gazi Paşa yaklaşık on arkadaşıyla salonda oturuyordu. Hun İmparatorluğu ile ilgili bir konuşma yaptı. Özellikle iki imparator üzerinde duruyordu. Teoman ve onun oğlu Mete. Her ikisinin de yaptığı işlerden bahsettikten sonra benden bu isimlerden birini seçmemi istedi. Sadece iki seçenek olsa da birini seçmemi bana bırakıyordu. Söylediklerini not ettirdi ve altını imzaladı. İlkokul birinci sınıf öğrencisiydim.

Gazi Paşa’yı önceden görmüş olsam da ilk defa bu kadar yakından görüyordum, özellikle benimle ilgili bir konuda konuşuyordum. Ona karşı gereken büyük saygıdan doğan bir çekingenliğim veya korkum vardı. Konuşulanları değerlendirecek kadar bilinçlenmiş değildim. “Teoman ismini istiyorum” dedim. Böylece Gazi’nin yardımı ile kendi ismimi kendim seçmiştim. “O zaman ikinci oğluna da Mete ismini koyarsın” dedi.

Ertesi gün, yasal işlemlere başlandı. Evdekileri bu yeni isme alıştırmak ise zaman aldı! Babam “İlter diye çağırandan bir kuruş ceza alırsın” diyordu. Eski ismimle çağıranlar çok oluyordu. Ama cezayı bir türlü uygulayamadık!


Dolmabahçe Sarayı’ndaki yaşantımız

1931 yılının eylül ayında babam sünnet törenimi Ankara’ya dönmeden sarayda yapmaya karar vermişti. Gazi Paşa’ya giderek kendisini törene davet etmişti. 21 Eylül 1931’de sünnet oldum. Sünneti o günlerin tanınmış operatörü Mim Kemal Öke yaptı. Akrabalar dışında çok sayıda tanıdık da davet edildi. Gazi’nin hediyeleri sabah geldi. “G.M.K.” amblemli gümüşü çerçeve içinde “Teoman’a” imzalı bir resim, altın zincirli Zenith markalı bir cep saati ve içine binilerek pedalla sürülebilen kırmızı çocuk otomobili bu önemli hediyelerdi. O gün için en ilgilendiğim hediye otomobil oldu. Gazi Paşa kızkardeşi ve birkaç kişi ile beraber akşamüstü törene geldi. Babam beni yataktan kaldırarak yanına götürdü. Elini öptüm, hediyelere teşekkür ettim ve birlikte resimler çekildi. Bu ziyaret bize büyük şeref verdi, davetliler de onu yakından görmek fırsatını yakalamışlardı.

Ankara’ya döndüğümüzde Türk Maarif Cemiyeti’nin yeni açmış olduğu ilkokulun ikinci sınıfına başladık. Yenişehir’deki tek ilkokul olan Mimar Kemalettin’den gelen bazı öğrencilerle kalabalık olmayan bir sınıf oluşturuyorduk. Anaokuldan arkadaşımız olan İlhan Vidinel ve Faruk Baysal ile aynı sınıfta tekrar buluştuk. Babamın eski yaveri, aile dostumuz ve çok yakınımız Nusret Evcan Bey’in kızı Suna, Hamit Şevket Bey’in kızları Halas ve Zafer, Faik Öztrak Bey’in kızı Handan, Namık Zeki Aral Bey’in kızı Rahşan (Ecevit), İrfan Ferit Bey’in kızı Rabia, Seyfi Oran Bey’in oğlu Aydın ve Tevfik Hadi Bey’in oğlu Doğan diğer bazı sınıf arkadaşlarımızdı.

Ortaokul yılları

1935 yılı sonbaharında ortaokula başladık. Kiralık bir binada bulunan okulumuz İzmir Caddesi üzerinde, ilkokulumuza çok yakın bir yerdeydi. Sınıfımıza yeni öğrenciler gelmişti.

Ali Fuat Paşa’nın yeğeni İsmail Cebesoy (Çapa Tıp Fakültesi’nde Prof. Dr) da sınıf arkadaşımız olmuştu. Türk Maarif Cemiyeti hızlı gelişimi karşılayabilmek için Yenişehir’de iki büyük okul yaptırmaya karar vermiş ve inşaatlar başlamıştı.

1937 sonbaharında yeni binalarda eğitime başlayacaktık. Ancak daha iki yıl vardı ve İzmir Caddesi’ndeki eski binalar yetersizdi. Sıhhıye Meydanı’nda, sonradan Etibank Genel Müdürlüğü binasının inşa edildiği yerde bulunan üç katlı bir eski bina bir yıl için kiralandı. Binanın odaları küçük olduğundan sınıfların bölünmesi gerekiyordu. Okulun bahçesi de küçüktü. Bina evimizle karşı karşıya olduğundan okula yürüyerek beş dakikada gidiyorduk. Ağabeyim Enver Ankara Hukuk Mektebi’nde okuyordu.

Kasım ayı sonunda Atatürk hastalandı. Uzman doktorlar zatürre başlangıcı teşhisi koydular. Benzer rahatsızlıklar bir süre devam etti. Atatürk’ün bünyesinin zayıflığı anlaşılıyordu. Bu rahatsızlıklar belki de ileride ortaya çıkacak olan karaciğer hastalığının ilk habercisiydi.
Bu arada Atatürk’ün sevdiği bir arkadaşı olan Nuri Conker kalp rahatsızlığından vefat etti. Atatürk bu ölüme çok üzülmüştü.

Bu arada Ankara’nın yapılanması hızla devam ediyordu. Yenişehir’de bakanlıklar bölgesinde değişik bakanlıkların inşaatı yükselmekteydi. Ayrıca Belçika Büyükelçiliği’nden sonra, Avusturya, Fransa, Yugoslavya büyükelçilikleri de inşa edilecekti. Ulus Meydanı’nda eski Taşhan’ın bulunduğu yerde Sümerbank’ın dev binası tamamlanacaktı. Avrupa standartlarında bir gar görünümü veren Ankara Gar’ı da hizmete girecekti.

Annemle babam Atatürk Bulvarı üzerinde birkaç yıl önce satın aldığımız arsaya bir ev yaptırmaya karar verdiler. İnşaatı yaklaşık bir yıl sürecek olan binayı tanınmış bir atçı ve aynı zamanda müteahhit olan Ahmet Atman yapacaktı. İstanbul’da da bir satın almak üzere aradığımız yazlık evi Suadiye-Erenköy arasında Şaşkın Bakkal Semti’nde bulmuştuk. O yaz evimizde güzel bir yaz geçirdik 1937 yazında yerleştiğimiz evimizde uzun yıllar ömür sürdürdük.

Fakat Atatürk’ün rahatsızlığı hızla ilerliyordu. Deniz havası alması için satın alınan Savarona Yatı 1 Haziran 1938’de İstanbul’a geldi. Atatürk o gün gemiye yerleşti. 25 Temmuz’a kadar Savarona’da kalan Atatürk hastalığının ilerlemesine rağmen Marmara içinde geziler yaptı, devlet işleriyle ilgilendi, değişik konukları kabul etti ve gemide Bakanlar Kurulu’na iki kez başkanlık yaptı. Ancak rahatsızlığı ilerleyen Atatürk 25 Temmuz günü Dolmabahçe Sarayı’na geçti. Ekim başında önceden yazdırdığı vasiyetnamesini notere verdi. Ekim ortasında beş gün süren ağır bir koma geçirdi.

10 Kasım günü saat 09.30’da matematik dersinde büyük Atatürk’ün vefat haberini aldık. Dersler durduruldu ve okullar tatil edildi. Türk halkı ağlıyordu. Bu ağıt onu kaybetmiş olmanın verdiği üzüntü kadar, onun başardıklarının ve fikirlerinin yeterince korunup korunmayacağı endişesinden de kaynaklanıyordu.

II.Dünya Harbi yıllarıdır. Lise bitirme imtihanları kamu okullarından gelen öğretmenlerin da katılmasıyla jüri karşısında sözlü olarak yapılırdı. Mezuniyet için bu imtihanları geçmek gerekiyordu. Altı kişilik sınıftan sadece üç kişi imtihanı geçti. Ben de kalanlar arasındaydım. Eylül ayındaki ikmal imtihanını geçmeden mezun olamıyordum.

Ayrıca üniversiteye devam etmek için gerekli olgunluk imtihanının yaz dönemini kaçırıyordum. Eylül dönemindeki olgunluk imtihanına girebilecektim. Fen şubesinde bütün yılda sadece bir ay edebiyat dersi okuyarak yıl kaybetme durumu ile karşı karşıya kaldım. Yeni bir kazaya uğramamak için bütün yazı edebiyat çalışarak geçirdim ve eylül ayında mezun oldum. Olgunluk imtihanına da girdim.

Üniversite eğitimimi Amerika’da yapmayı planlamıştık. Savaş bütün Avrupa’ya yayılmıştı. Amerika’ya ancak Uzakdoğu’dan gidilebilirdi. Böyle bir seyahat imkansız görüldüğünden yeni bir karar verildi. İstanbul’da Robert Kolej’de yatılı olarak okuyarak yabancı dilimi ilerletecek, mümkün olursa mühendislik eğitimine de başlayacaktım. Kolej’de normal lise öğrenimi verildiği gibi, mühendislik eğitimi veren bir bölüm de vardı. Bir İngilizce imtihanı yaptılar ve mühendislik ikinci sınıfına (Sophomore Engineer) girebileceğimi söylediler.

Koleje ilk ve ortaokuldan arkadaşım Faruk İlhan Vidinel, Haluk Daga, İbrahim Erenli ve Tanju Kesebir de koleje gelmişlerdi. Amerikan eğitim yönteminin uygulandığı okulun diğerlerinden farklı olduğu çok belirgindi. Laboratuvarlar geniş ve düzenliydi. Büyük kütüphane her zaman için öğrencilere açıktı. Kapsamlı ve periyodik spor faaliyetleri mevcuttu.

Sosyal toplantılar, Amerikan Kız Koleji ile yapılan tiyatro, konser, çay veya danslı toplantılar düzenlenirdi. Filateli, fotoğrafçılık ve münazara kulüpleri vardı. Genelde, gençlerin hayat adamı olarak yetişmesinde Türk liselerinin eğitim sistemlerine oranla üstünlük sağladıkları kesindi. Doğal olarak konu biraz da paraya dayanıyordu. Çok varlıklı olmayan öğrencilerin eğitim masrafları okul hizmetlerinde değişik yerlerde çalıştırılarak, hizmet karşılığı burs verilmiş gibi karşılanıyordu. Bu koleji baştan başlayarak bitirmek çok faydalıydı. 1942’de Ankara’da ekmek vesikaya bağlandı. Mart ayında üç uçak Milas’ı bombaladı. Acaba savaş Türkiye’de mi başlıyordu derken bu bombardımanın yanlışlıkla yapıldığı anlaşıldı.

O sene Türkiye’de lise mezunu olan ve olgunluk imtihanını başaran her öğrenci istediği yüksek okula sınavsız girebiliyordu. Yalnız Yüksek Mühendis Mektebi’ne sınavla öğrenci alınıyordu ve genellikle lise fen şubelerinden mezun bin kadar seçkin öğrenci girerdi. Her yıl
seksen öğrenci alınır ve giriş derecesine göre ilk kırk öğrenci yatılı olurdu. Önce yüz öğrenci alınmasına karar verdiler. Okul açıldıktan sonra bu sayı yüzelliye çıkartıldı. Ben doksanıncı olarak kazandım. İnşaat, mimarlık, makine ve elektrik olmak üzere dört şube vardı. Girişte bu şubelerden birini seçerdiniz. İlk yıllarda olmak koşuluyla ileride şube değiştirebilirdiniz. İlk yıllarda bütün şubelerde aynı ders programıyla genel fen dersleri okutulurdu. Ancak, teknik resim gibi derslerde şubenin özelliğine göre değişik programlar uygulanırdı. Yirmi üzerinden sekiz alarak dersi geçerdiniz.

Yüksek Mühendis Mektebi birkaç yıl sonra üniversite statüsüne girecek ve adı İstanbul Teknik Üniversitesi olacaktı. İlk yıldan başlayarak düzenli çalışmayı hedef almıştım. Derslerimi hiç aksatmayacaktım. Yatılı öğrenci değildim. Taksim’de Zaman Apartımanı’nda bir dairede oturacaktım.

Öğle yemeklerini Ayazpaşa’daki küçük Rus lokantasında yiyecektim. Her gece günlük dersleri çalışırdım. İmtihanlara birkaç arkadaş birden hazırlanırdık. İlk sınıfta Ord. Prof. Salih Murat Uzdilek fizik hocamız olmuştu. Çok yönlü bir kişiliği vardı. Emekli olduğunda gerçek yaşı belki de sekseni bulmuştu.

Üst sınıflarda da çok değerli hocalarımız oldu. Birinci sınıfta Teknik Resim, ikinci sınıfta Tasarı Geometri derslerini Fransız Prof. Langlade’den almıştık. Derslerinde tercüman kullanırdı. 1946 yılında zatürreden öldüğü haberini aldık. İkinci sınıfta Analitik Geometri dersini iyi bir matematikçi olarak bilinen Ord. Prof. Kerim Erim’den aldık. Edebiyat, Müzik ve sanat kültürü de geniş olan Kerim Hoca’nın sınıfta yapacağı nükteler karşısında gülmemizin sınıfa puan kazandıracağını öğrendiğimizden, gür sesli öğrencileri ön sırada oturtur dersi veya nükteyi dinlemeseler bile yüksek sesle gülmelerini tembih ederdik. Birkaç yıl sonra Kerim Hoca kendisinin sınıf arkadaşı olan bir sınıf arkadaşımızın babasını görmüş, şunları söylemişti. “Severdim onları, iyi çocuklardı. Ben onlara şakacıktan espri yapardım. Onlar da şakacıktan gülerlerdi”

İmtihanlarını sözlü yapar, birkaç öğrenciyi birden sınıfa alır, hepsine ayrı sorular sorar, bolca düşünme süresi verirdi. Bir imtihanda düşünmek için süre isteyen ve bunu birkaç kez tekrarlayan bir öğrenci, hoca son kez yanına gittiğinde “Bir sonuç çıkaramıyorum, uygun görürseniz eylül’de ikmal imtihanına geleyim”deyince Hoca hemen cevabı yapıştırmıştı; “Biraz daha bekler sen oğlum, eylül kendiliğinden gelecek!”

Fakülte’de Gemi İnşaatı bölümü açılıyor

Teknik Üniversitenin Makine Fakültesi’ne bağlı Gemi İnşaatı bölümünün kurulması tamamlanmıştı. İsteyen öğrenciler bu şubeye geçecekti. Ben okula girdiğimde mimarlık şubesine girmek istemiştim. Babam makine mühendisliğinin geleceğini daha parlak görüyordu. Sonunda makine mühendisliğine karar verdim. Bu kez yeni açılan gemi inşaatı şubesini hem mimarlığa daha yakın olduğu, hem de çocukluktan beri bu mesleğe daha hevesli olduğum için tercih ettim. Sınıfımızdan altı öğrenci ile beraber yeni bir sınıf oluşturduk. Semih Ergin, Haşmet Tan, Lütfü Hızlan, Mesut Savcı ve Kemal Kafalı sınıf arkadaşlarım oldular.

Taşkızak Tersanesi’nde mühendis olarak görev yapan Yarbay Ata Nutku ile Yarbay Muhittin Etingü hocalarımız oldular. Akışkanlar mekaniği, Mukavemet ve bazı genel dersleri makine fakültesi öğrencileri ile beraber okumaya devam ediyorduk. Meslek dersleri için müfredata göre dört yıl yeterli görülmüştü. Bu uygulama ileride üç yıla indirilecekti. Bu arada artık bir yuva kurmak heyecanı içindeydim ve müstakbel eşim Selmin ile aramızda çok iyi anlaşıyor, ilerde bir beraberlik kurabileceğimizi düşünüyorduk. Nişanlanmanın uygun
olacağını kararlaştırdık. Nişanlanmak evliliğe adım atmak demekti. Teknik Üniversite bittikten sonra evlenecektik. Annem ve Neriman ablam kız istemeye gittiler. Gerçi olur haberini çoktan almıştık. 30 Eylül 1945’te doktorun Büyükada’daki evinde aile ve bir kaç arkadaşın eşliğinde nişanlandık.

Gemi İnşaatı Bölümünde gelişmeler

İTÜ Makine Fakültesi Gemi Şubesi’nin ilerleyen ve artan ders programlarını karşılayabilmek için öğretim elemanları kadrosunu güçlendirmek gerekiyordu. Gemi inşaatı dalında akademik kariyerde yetişmiş hocalar bulunmadığı için Ata Nutku ve Muhittin Etingü’ye ek olarak tersanelerde çalışan başarılı mühendisler arasından seçilen yeni öğretim görevlileri alınmıştı. Rahmi Güran, Faruk Erler, Adnan Kaynar, Saffet Kıyasi derslerimize girmeye başladı. Gemi dizelleri dersini ise Prof. Selim Palavan veriyordu. Akademik gelişmelerin
sağlanabilmesi için kürsülerin başına deneyimli bir profesörün verilmesi düşünülmüştü. Şubenin başına İngiltere’den Prof. E.V. Telfer getirildi.

Telfer, araştırmacı bir bilim adamıydı. Uluslararası teknik toplantılarda sunulan tebliğleri ve bilimsel yönden eleştirileri ile tanınıyordu. İstanbul’dan Norveç’e Tronheim Üniversitesi’ne gitti ve orada on yıl kaldı. Yaklaşık yetmiş yaşındayken İngiltere’de prostat ameliyatında yanlış verilen kan nedeniyle hayata veda etti.

Fakültede altı kişilik sınıfta sadece ben ve Mesut Savcı yatılı öğrenci değildik. Yatılı öğrenciler geceleri etütlerde çalışır ve birbirlerine yardımcı olurlardı. 1948 yılı yaz aylarında Başbakan Hasan Saka hükümette değişiklikler yaptı. Bu değişiklikte eniştem Reşat Sirer de Milli Eğitim Bakanlığından ayrıldı.

Temmuz ayında İTÜ Makine Fakültesi’nden Gemi İnşaatı Yüksek Mühendisi olarak Mesut Savcı, Kemal Kafalı, Lütfü Hızlan ve ben mezun olmuştuk. Gemi İnşa Fakültesi’nde en yüksek ortalamayı ben tutturmuştum. Tüm Makine Fakültesi’nde birinci sınıf tan beri her yıl en yüksek notları alan Turan Onat yine sınıfın birincisiydi. Gerçekten iyi bir sınıftık. Aramızdan akademik kariyere yönelen on iki arkadaş sonradan fakültede profesör oldular. Ben ise mezuniyetten sonra bu kez çalışmak için Amerika’ya gitmeyi düşünüyordum.
6 Ağustos 1948’de Selmin’le evlendik. İki bayram arasında düğün yapılmaz diye bir gelenek vardır. Babam bu gibi laflara pek aldırmasa da annemi kırmak istemiyordu.

Bu nedenle evliliğimiz Şeker Bayramının ilk gününde oldu. Böylece aile ve tanıdıklar arasında bayramlaşma işini de halletmiş olduk.
Birgün benden bir yıl önce mezun olmuş ve üniversitede asistanlık yapan arkadaşım Kemal Karhan telefonla aradı. “Telfer seni asistan almak istiyor, eğer gelip başlarsan ay başında aylık da alırsın” diyordu. İstanbul’da Taksim’deki apartmanda benim öğrencilik yıllarımda kaldığım daire boş duruyordu. Hemen İstanbul’a döndük, asistan olarak göreve başladım.

Ayda 174 lira aylık alıyordum, apartman kirası vermiyorduk, giyim masrafımız da yoktu. Eve yakın olan ve evlere yemek dağıtan bir işletmeye ayda 100 lira vererek iki kişilik öğle ve akşam yemeği alıyorduk. Hanıma yemekleri sadece ısıtma işi kalıyordu. Üniversite eve yakın olduğundan ben öğle yemeklerine eve geliyordum. Paramız sinema, konser veya diğer gezmelere de yetiyordu. Hatta haftada bir kez arkadaşlarla beraber Taksim Gazinosu’na da gittiğimiz oluyordu. 1948 yılı sonunda üniversitede başlayan bu görevim 1982 yılında emekli olana kadar sürecekti. Kürsüde Kemal Karhan, Fahri Tunçer, Kemal Kafalı ve ben asistan olarak çalışıyorduk.

19 Şubat 1950’de bir oğlumuz oldu. Adını babamın Alp Kazım isminden esinlenerek “Alp” koyduk. Taksim’de oturduğumuz küçük apartıman dairesinin karşısındaki daire bir süre önce boşalmıştı. Bu daireyi kiraya vermeyip karşılıklı iki daireyi birleştirmiştik. Böylece daha geniş bir evimiz olmuştu. Yedek subaylık zamanım gelmişti. Askerliğimi Deniz Kuvvetleri’nde mühendis olarak yapacaktım. Ata Nutku Hoca’ya sınıf arkadaşım ve askerliğini tamamlamış olan Me sut Savcı’yı yerime asistan olarak almasını önerdim. Bir yıl sonra dönecektim. Mesut Savcı görevini ciddiye alan, çalış kan ve bilgili bir gençti. Sonraki yıllarda başarılı bir profesör olarak çok değerli elemanlar yetiştirdi.

Gölcük Tersanesi’nde

Mayıs başında Heybeliada Yedek Subay okuluna başladım. İki ay öğrencilik eğitiminden sonra gemi inşaat mühendislerini Gölcük Tersanesi’ne yolladılar. Tersanedeki Yara Savunma Okulu’nda kurs öğretmeni oldum. Dersleri Amerikan Donanmasında uygulanan yara
savunma sistemlerini anlatan İngilizce bir kitaptan veriyorduk. Yüzbaşılar Mahallesi’nde bir odalı ev kiraladım.

Okula bisikletle gidip geliyordum. İş sonrasında akşamüstleri genellikle tenis oynuyordum. Amerikan Yardımı Opdet’in başkanı Albay Gardner tenise meraklıydı. Orada epey forslu bir albay, iş dışında yedek subay öğrencisi olmama bakmadan benimle arkadaşlık ediyordu. Tersanedeki üst rütbeli subaylar bunu disiplinin bozulması olarak ele alıyorlardı.

Şubat 1950’de daha demokratik bir seçim sistemini öngören gizli oy, açık sayım sistemi mecliste kabul edildi. Bu sisteme göre yapılan seçimde Demokrat Parti büyük bir başarı kazanarak 14 Mayıs 1950’de iktidara geldi. CHP ilk kez iktidarı kaybediyor, bir muhalefet partisi oluyordu. Seçim sonucunda genel olarak Demokrat Parti 393 milletvekilliği kazanmış, CHP ise sadece 67 milletvekilliği alabilmişti.

Taşkızak Tersanesi’nde; Yedek Subay Gemi inşa Mühendisleri – (Sağdan)Teoman Özalp, Necati Özer, Şevket Davaslıgil.

 

1950 sonbaharında Taşkızak Tersanesi’nde yedek subay olarak çalışmaya başladım. Evim Taksim’de olduğundan yol sorunum yoktu. Benden bir yıl sonra üniversiteden mezun olan yüksek mühendis Necati Özer ile yüzer havuzdan sorumluyduk. Hafta içinde birkaç kez gemi
havuzluyorduk. Asteğmenlik bilindiği gibi en alt subay rütbesi olsa da, görevli subaylar bize karşı her zaman çok olumlu bir yakınlık gösterdiler. Bilgimizden yararlandıkları için hakkımızı veriyorlardı.

Askerlik görevim bittikten sonra tekrar Teknik Üniversite’ye asistanlığa döndüm. Hocalarımız Ata Nutku ve Muhittin Etingü profesör olmuşlar ve gemi bölümünün iki kürsüsünü paylaşmışlardı. Kürsülerde asistan sayısı yeterli görüldüğünden bir iki asistanın bilgilerini artırmak için yabancı ülkelere yollanma olanağı doğmuştu. O günlerdeki üniversite yasasına göre teknik konularda çalışan asistanlara yeterince laboratuar araştırması yapabileceği gelişmiş imkanlar bulunmadığından 1954 yılına kadar doktoraya eşdeğer sayılacak bir tez hazırlamaları ve bu tezin imtihanında başarılı oldukları takdirde iki yıl içinde doçentlik imtihanına girebilmeleri olanağı sağlanmıştı. Doçentlik çalışmalarına başlayabilmek için “Yeterlik imtihanı” denen bu tez ve imtihanda başarılı olmak gerekiyordu. Akademik kariyere devam edeceğim için yeterlik tezinin çalışmalarına başladım. 1950 sonbaharında Hamburg Gemi Model Deneme Havuzu (HSVA) direktörü Prof. Dr. Gunther Kempf kürsümüze misafir profesör olarak geldi. Düzenli dersler anlatmaktan çok model havuzları çalışmalarını ve deneyimlerini anlattı. Prof. Kempf’in Almanya’daki pozisyonundan hepimiz çok yararlandık. Hepimize Almanya’nın değişik yerlerinde çok yararlandığımız işler buldu. Şubat 1952’de Türkiye, Kuzey Atlantik Paktı’nı imzaladı ve NATO üyesi oldu. Haziran’da Osman lı Hanedanının Türkiye dışındaki kadın üyeleri için yurda dönebilmeleri izni çıktı.

Yeterlik tezini ve imtihanını başararak doçentlik çalışmalarına başlamıştım. Fakülte Profesörler Kurulu benim bir yıl için döviz kontenjanı almadan, görgü ve bilgimi artırmak üzere Almanya’ya gitmeme karar vermişti. Prof. Kempf bana Hamburg’da büyük bir tersane olan Deusche Werft’te bir yıl çalışma olanağı sağlamıştı. Üniversitede daha çok konstrüksiyon konusunda çalıştığım için bir tersanede çalışmamın daha uygun olacağını düşünmüştük.

Başlangıçta iki ay kadar Prof. Kempf’in direktör olduğu Hamburg Gemi Nodelleri Deney Havuzu’nda çalışacaktım. Daha sonra tersaneye geçmeme karar vermiştik. Deney Havuzunda nelerin yapıldığını öğrenirken, şehre ve Almanların çalışma sistemlerine bir ölçüde uyum sağlayacaktım. İngilizce ve Fransızca biliyordum. Ancak Almancada sadece iki üç kelimelik bilgim vardı. Bu açığı eşim Selmin’in iyi Almanca bilgisi kapatacaktı. İşyerinde nasıl olsa anlaşabilirdim.

Prof. Kempf bize Hamburg’un büyük caddelerinden biri olan Rothembaum Chaussee üzerindeki Zeyn pansiyonunda yer ayırtmıştı. Bir ev kiralayana kadar burada kalacaktık. Savaşın bitmesinin üzerinden yedi yıl geçmiş olmasına rağmen şehrin belirli bölgeleri tümü harap halde durmaktaydı. İnsanlar fakir ve mutsuz görünüyorlardı. Almanya Müttefik orduları tarafından işgal edildiğinden Bremen ve Bremerhaven Ameri kan askerlerinin işgal bölgesi altına girmişti. Hamburg ve Lubeck’te ise İngiliz askerleri vardı. Hamburg’da yalnız İngiliz askerlerinin ve yabancı diplomatların kullandıkları sinema ve alışveriş mağazası vardı. Buralara Almanlar giremezdi ve geçerli para birimi sterlindi. Türk Başkonsolosluğunun aracılığı ile bu yerlerden yararlanma olanağı sağlamıştık.

Kısa zaman sonra Eppendorf’ta bir ev kiraladık. Şehrin yaklaşık yarısı harap durumda olduğundan, geniş dairelerde oturanlar evlerini başka ailelerle paylaşmak zorundaydı. Bizim kiraladığımız evin sahibi Peter ailesi evlerindeki bir oda ve bir banyoyu çok düşük bir kira ile bir başka Alman ailesine kiraya vermişlerdi. Bize de iki odayı verdiler. Bu durumda bile iki oda için çok yüksek sayılan 200 DM kira veriyorduk. Diğer tek odadan zorunlu olarak 30 DM kira alıyorlardı.

Berliner Tor’da bulunan mühendis mektebinin Gemi Model Tankı’nı Prof. Kempf kullanıyordu. Sadece 40 metre boyundaki bu küçük tankta Prof. Kempf’in deneyimli ekibi çok iyi işler yapıyordu. Hamburg şehrine ait olan 200 metre boyundaki büyük tank bombardıman sırasında tamamıyla yıkılmıştı. Oradaki ekip bu küçük tankta araştırma bile yapıyordu. İki aylık bir süre içinde tankın yaptığı bütün işlerde, bir programa uyarak çalıştım.

Hatta ölçümleri tanka göre yapılmış olan bazı gemilerin hız ve titreşim ölçümlerini bir grupla beraber yaptık.
Ağustos sonlarında hocamız Prof. Muhittin Etingü’nün eşi Hamburg’a gelecekti. Kendisini karşılamak üzere Prof. Kempf’le birlikte havalanına gitmiştik. Bayan Etingü uçaktan çıkmadı. Tanka geri döndüğümüzde Kemal Karhan’dan gelen telgrafla şok olduk. Kemal Karhan, Prof. Etingü’nün ani ölümü nedeniyle Hamburg’a gelemeyecektir, diyordu.

Hayattan zevk alarak iyi yaşamayı bilen hoca henüz elli yaşındaydı. Prof. Ata Nutku, uzun yıllar Prof.Etingü’nün kürsüsünden de sorumlu oldu. 1 Ekim 1952’de, o günlerde Almanya’nın en faal tersanesi olan Deusche Werft’te işe başladım..

Bir süre sonra Türkiye’ye döneceğimi söylediğimde beni bırakmak istemediler. Ancak doçentlik tezimi hazırlamalıydım. Türkiye’ye döndükten sonra tezi teslime birkaç ay kala gemilerin bölme perdelerinin hesaplanması konusunda yaptığım çalışmayı ortaya çıkardım. Hoca buna içerledi, ancak yeni bir tez için vakit olmadığını bildiğinden ister istemez kabul etti.

Şaşkınbakkal’daki yeni evimiz

İkinci Dünya Harbi’nden sonra Alman üniversiteleri yeniden çalışmaya başlamıştı. Çok
değerli profesörler aldıkları düşük aylıklara ek gelirler sağlamayı düşünüyorlardı. Yıl içinde Türkiye’ye birkaç kez gelerek gelir sağlıyor, bunun için kendi üniversitelerinden izin alabiliyor ve Türkiye’nin güzelliklerinden de yararlanıyorlardı. Prof.Kempf ve Prof. Horn’un gelişleri de bu kapıyı açmıştı. Zamanla, sömestr veya birkaç ay için davet ettiğimiz Alman profesörlerden çok yararlandık. Prof. Voigth, Prof. Schnadel, Prof. Wegausen, Prof. Davidson, Prof. Weinblum, Prof. Schade, Prof. Illies, Prof. Grimm ve daha birkaç bilim adamı değişik yıllarda bir süreliğine Türkiye’de bulundular. Kendi dallarında birer otorite olan bu bilim adamlarından değerli bilgiler aldık. Bir kısmı bizlerin yabancı ülkelerde çalışmamıza olanaklar sağladı.

1956 sonbaharında arkadaşlarımız Haluk Hanyaloğlu ve Tarık Sabuncu doçent oldular. Artık bölümümüzde öğretim elemanları yönünden yeterli bir kadro oluşmuştu. Bu kez Prof. Horn bana Hamburg’da Blohm Und Voss tersanesinde çalışma olanağı sağladı. Hamburg’da
Berliner Tor yakınlarında mutfak ve banyosu olan tek odalı bir ev bularak geçici olarak buraya yerleştik. Hamburg’da artık İngiliz askerleri çekilmiş, kentin büyük bir bölümü yeniden imar edilmişti. Almanların yaşamlarındaki artan zenginlik açıkca belli oluyordu.

Blohm Und Voss tersanesi yeniden imar edildiğinden yeni teknolojiyi uygulayabilecek şekilde düzenlenmişti. Hamburg limanının içinde Steinwerder bölgesinde bulunan tersane serbest liman alanının içinde yer alıyordu. Bu tersanede yetişmiş ve savaş sonrası Deusche Werft’te çalışırken tanıştığım çok sayıda mühendis, eski tersanelerine dönmüşlerdi. Bu nedenle başlangıçta yabancılık çekmedim. 1954 yılında Türk Mühendis ve Mimar Odaları kuruluş yasasından yararlanarak Gemi Mühendisleri Odası kurulmuştu.

Diğer mühendis odalarının merkezlerinin Ankara’da bulunmasına karşın Gemi Mühendisleri Odası’nın merkezi, üyelerin yüzde 99’nun bulunduğu İstanbul’da açıldı. İstanbul’a döndüğümüzde 1959 sonbaharına kadar büyük evde babam ve annemle birlikte oturduk. O günlerdeki üniversiteler yasasına göre profesör olabilmek için eylemli doçent kadrosunda en az beş yılı doldurmak gerekiyordu. Ancak süre dolmuş olsa bile eğer kürsüde boş bir profesör kadrosu yoksa, profesör olabilmek imkansızdı. 1960 yılında yeni üniversiteler yasasının çıkmasında sonra kadrosuz profesör olma olanağı doğmuştu.

Fakültede bu durumda sıra bekleyen arkadaşlarımız vardı. Yeni yasaya eski profesörler tepki göstermişlerdi. 1961 sonbaharında başvurumuzu yaptık. İlk kademede hepimiz aynı sınıftan (1948 mezunları) olmak üzere fakültemizde beş doçent profesör olduk.
Profesörlüğüm Nisan 1962’de senatoda kabul edildi. 1963 yılı başlarında doçent arkadaşlarım Mesut Savcı ile Tarık Sabuncu profesör oldular.

1964 yılında bir yasayla Devlet İktisadi Teşebbüsleri’nin yeniden yapılandırılması ele alındı. Devletin denizcilikle ilgili organlarının büyük bir çoğunluğunu yöneten Denizcilik Bankası TAO da bu kuruluşlar arasındaydı. Maliye Bakanı Ferit Melen’i Ankara’da ziyaret ettim. O görevde çalışmış arkadaşlarımızın başarılı çalışmalarını anlattım ve gemi inşaatı kürsülerinden bir öğretim üyesi arkadaşımızın bu göreve getirilmesinin önemini belirttim. Gemi inşaatı kürsülerindeki öğretim görevlilerinin isimlerini verdim. Mayıs ortalarında Denizcilik Bankası TAO’nun yönetim kuruluna Maliye Bakanlığı temsilcisi olarak seçildiğim bildirildi.

Üç ay sonra dekanlık görevim bitecekti. Dekanlıktan istifa ettim ve 1964 yılının haziran ayında bankadaki görevime başladım. Altı yıl süre ile kaldığım bu görev bana teknik, yöneticilik, insan ilişkileri, hatta politik yönlerden çok deneyim kazandırdı.

Gemi Mühendisleri Odası tarafından Oda’nın Kuruluş Yıldönümünde Prof.Dr. Mesut Savcı ve Prof.Dr. Teoman Özalp’e hatıra ödülü veriliyor . (Soldan- Prof.Dr. Mesut Savcı ve eşi Bedriye Savcı, Sağda- Prof.Dr. Teoman Özalp ve eşi Selmin Özalp)

 

Gemi Mühendisleri Odası Başkanı seçiliyorum

1965 yılı şubat ayında TMMOB Gemi Mühendisleri Odası genel kurulunda oda başkanlığına seçildim. Her yıl yenilenen seçimlerle altı yıl bu göreve devam ettim. Pendik Tersanesi 1930’lı yılların ikinci yarısında Pendik Kaynarca Koyu’nun bir bölümü ilerde yeni bir tersane kurulmak üzere Denizbank’a verilmişti. Denizbank kurulacak Pendik Tersanesi’nde çalışmak üzere bazı yetenekli gençlere yabancı ülkelerde eğitim olanağı sağlamıştı. Yetişen genç mühendisler Türkiye’ye döndükten sonra başarılı çalışmalar yapmışlar, üst düzeyde görevlere kadar gelmişler, emeklilikleri yaklaşmıştı. Fakat hala ortada bir tersane yoktu! Aradan geçen yaklaşık otuz yıldan sonra Pendik Tersanesi yeniden ele alınmıştı.

Yıl 1968-General Kazım Özalp 85 yaşında

Babam şubat ayında ikinci bir kalp krizi daha geçirdi. Gücü kalmamış, maneviyatı da eksilmişti. Bütün gününü genellikle üst katta geçiriyordu. Haftanın iki günü kısa süreli olarak yapılan Teknik Üniversite deneme yayınının programlarını seyrediyordu. Çok kuvvetli olan belleği hiçbir zaman zayıflamamıştı. 6 Haziran gecesi beni evden çağırdılar. Acele gittim, iyi değilim diyordu. Doktor geldi, bazı ilaçlar verdi ve gitti. Yaklaşık bir saat sonra kalp atışlarını kontrol ediyordum ki birden kalbi durdu. Huzur içinde vefat etmişti.

Gemi İnşaatı Fakültesi’nin kurulması

Temmuz ayında Gemi İnşaatı Fakültesi kurulması kararı yayınlandı. Bir görüşe göre fakültenin akademik ve idari kadroları bütçe onaylandıktan sonra oluşturulmalı ve faaliyet ondan sonra başlamalıydı. Ancak fakülteye kim sahip çıkacaktı! Beklemek birkaç yılı
alabilirdi. Şube olarak bağlı bulunduğumuz Makine Fakültesi’nin bütçe olanaklarını kullanarak akademik görevlendirilmeler yapılabilir ve diğer işlemlerin yapılması bu akademik kadroya bırakılabilirdi.

Böylece işlem hızlandırılacaktı. O günlerde Makine Fakültesi dekanı olan sınıf arkadaşım Prof. Cahit Özgür bize bütçe yönünden her türlü yardımı yapma sözünü verdi. Gemi şubesindeki arkadaşlara Makine Fakültesi’nden hocamız olan Prof. Selim Palavan da katıldı. Fakülte profesörler kurulu oluştu ve beni dekan seçtiler. O yıl üniversiteye girecek olan öğrenciler, Gemi Fakültesi öğrencileri olacaklardı. Makine Fakültesi Gemi Şubesi öğrencileri ise üç yıl daha o fakültenin öğrencileri olarak kalacaklardı. Böylece oluşabilecek hukuki aksaklık da aşılıyordu.

Göreve başlar başlamaz Ankara ile yoğun bir çalışma içine girdim. Başlangıçta kadroları çıkaracak, sonra bütçeyi ele alacaktık. Adalet Partisi’nden senatör olan ve çocukluğundan tanıdığım Yiğit Köker partisinde sözü geçen ve sevilen bir yakınımdı. Meclis Bütçe
Komisyonu İdari Müdürü ise, babamın meclis başkanı iken özel kalem müdürü olan Ali Kiper’di. Tanıdığım çok sayıda milletvekili vardı. Bir buçuk yıl içinde belki yirmi kez Ankara’ya gittim. İdari personel kadroları çıkmış, bütçemizi almıştık. Makine Fakültesi Dekanı Prof.
Cahit Özgür’ün kuruluşumuzdaki yardımları her zaman teşekkürle anılacaktır.

Öğrenci olayları ve kargaşa ortamındaki Türkiye

Öğrenci boykotlarının, adam kaçırma olaylarının, sağ-sol çatışmalarının, banka soygunlarının arttığı bir döneme gelindiğinde Adalet Partisi 12 Mart 1971’de Silahlı Kuvvetler Komutanlığı tarafından verilen bir muhtıra ile iktidardan düşürüldü. Prof. Nihat Erim bu sürede
başbakanlığa getirildi. Yeni hükümet politikacılar yerine teknisyenlerden ve bürokratlardan kurulmuştu.

Beş yıl içinde laboratuarımız, Avrupa düzeyinde bir deney tankı olmuştu. Fakülte kürsülerinde bulunan kütüphaneleri, tek bir fakülte kütüphanesi olarak toparlamak da ilk yaptığımız işlerden biri olmuştur. Bu birlik içinde yetiştirdiğimiz değerli öğrenciler, bizim
görevlerimizi devir aldıktan sonra fakülteyi daha ileri düzeye taşıdılar.

Türk Loydu çalışmaları

Türk Loydu kuruluşundan bir süre sonra 1966’da “Türk Loydu Tesisi” adını almıştı. Daha sonra yeni çıkan bir yasaya uyularak bütün benzer kuruluşlar vakıf haline dönüştürüldü.

Loyd Daimi Komitesi Başkanlığına 1972’de Prof. Suavi Eyice seçildi. Teknik komite iki komiteye bölünmüş, sınıflandırma komitesi başkanlığına Yük. Müh. Zekai Başkurt seçilmiş, Kaideler ve Araştırma Komitesi başkanlığını da Prof. Mesut Savcı yürütüyordu. Ben 1978 yılında Türk Loydu Vakfı Daimi Komitesi Başkanlığı’na seçildim.

12 Eylül 1980’de ordunun en üst düzeyindeki komutanlar iktidara son veren askeri bir harekat yaptı ve ülke yönetimine el koydu. Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu başbakanlığa getirildi ve yeni hükümet teknisyenlerden ve bürokratlardan oluşturuldu. Bu süreçte değişen üniversite yasaları ve yeniden seçimler nedeniyle on yıl süren Gemi İnşaatı Fakültesi dekanlığı görevim Ağustos 1980’de sona erdi. Dekan olarak yerime eski öğrencim Prof. Reşat Baykal seçildi.

Fahri Doktor unvanı veriliyor

İstanbul Üniversitesi Senatosu kararıyla ‘Fahri Doktor’ unvanı alan Prof. Yük. Müh. Teoman Özalp’e cübbesi giydirilirken, salonda bulunan torunları mutluluk gözyaşları döktü. Aynı zamanda 75’inci doğum gününü de kutlayan Özalp, mutluluğunu öğrencileri, meslektaşları ve arkadaşlarıyla paylaştı. Milli mücadele komutanlarından, TBMM Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı yapan merhum Orgeneral Kazım Özalp’in oğlu olan Teoman Özalp, 56 yıllık başarılarla dolu çalışmalarının karşılığını aldı.

İTÜ Süleyman Demirel Kültür Merkezi Konferans Salonu’nda düzenlenen törende, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Gülsün Sağlamer ve İTÜ Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan Aldoğan tarafından doktora beratını alan Teoman Özalp’e cübbesi giydirildi.
Daha sonra 75’inci yaş günü nedeniyle çeşitli plaketler ve bir gemi maketi verilen Teoman Özalp’i eşi Selmin Özalp, Prof. Dr. Erdal İnönü ve çok sayıda davetli ayakta alkışladı.

İTÜ Senatosu’nun, Teoman Özalp’in üniversiteye kurucu dekan, öğretim üyesi olarak vermiş olduğu hizmetler, mühendis ve bilim adamlarının yetişmesindeki çabaları, modern teknolojilerin kullanımına olanak sağlaması, çalışmalarıyla yurt kalkınmasına ve diğer ülkelerle ilişkilerin gelişmesine yaptığı katkılar nedeniyle fahri doktora unvanına layık görüldüğü açıklandı.

Yıl 2000, (Soldan) Prof. Dr.Teoman Özalp’e Fahri Doktor ünvanı veriliyor- Prof.Dr.Gülsüm Sağlamer ve Dekan Prof.Dr. Ali İhsan Aldoğan.

 

Gepa Şirketler Grubu’nda

Nihayet elli yılı aşan bir öykünün bir başka faslıyla anlatımıma nihayet vermek isterim; Danışma Meclisi üyeliğimin bitişinde İstanbul’a döndükten sonra emekliliği geri alıp İTÜ’de hocalığa dönmem kanunla mümkündü. Ancak iki oğlumun ortak oldukları şirket yalnız denizcilik konularında çalışıyordu. Onlar yardımcı olmamı istediler.

Ben de onlara faydalı olacağımı düşündüm ve Gepa Şirketler Grubu’nda teknik danışman olarak çalışmaya başladım. Gepa’da imal ettiğimiz teknelerin dizaynlarından başka, inşaatlarıyla da ilgilendim. Bu teknelerin donatımlarının çoğu özellik gerektirdiğinden birçok parçayı ayrı ayrı dizayn ederek imalatlarını atölyede yaptık. İnşa edilen teknelerin kullanma kılavuzlarını İngilizce ve Türkçe olarak hazırladım.

İmal ettiğimiz tekneler dış piyasada da iyi pazarlar buldular. Meslek yaşantım boyunca, zaman zaman mesleğimizin gelişmesinde istediğimiz amaçlara ulaşamamış olsak da, gemi inşaatı mesleğini seçtiğime hiçbir zaman pişman olmadım. Ülkemizin kararlı, dünyadaki gelişme koşullarına uyarlı, uzun vadeli, partiler üstü bir denizcilik politikasının bulunma sının daima özlemini çektim. Mesleğimin gelişmesinde bir katkı yapabilmiş olduğuma inanıyorum.

İlerlemiş yaşlara geldiğinizde toplumdan itibar görürsünüz; Nişanlarda yüzükleri size taktırırlar, nikahlarda şahit yaparlar, bayramlarda ziyaretinize gelirler. İhtiyarladığınızı zaman içersinde anlarsınız, ancak bunlar sizi mutlu eder. Fakat en büyük ödül yetiştirdiğiniz öğrencilerinizin, genç mühendislerin yaptığınız hizmetleri değerlendirmeleri ve sizlere saygı göstermeleridir.

Prof.Dr. Teoman Özalp onur ve şeref dolu yaşamını 18 Ocak 2017 günü noktaladı. TMMOB Gemi Mühendisleri Odası 19 Ocak 2017 günü bir duyuru yayınladı.

Bu duyuruda şöyle deniliyordu;

“Odamızın, 2., 3.,8., Dönem Yönetim Kurulu Üyeliği , 5. Dönem Başkan Yardımcılığı, 12., 13., 14., 15., 16., 17. Dönem Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmüş, 25 sicil numaralı değerli üyemiz, mesleğimizin duayeni hepimizin hocası, Prof. Dr. Teoman Özalp’in vefat ettiğini derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.
Kıymetli hocamıza Allah’tan rahmet ve tüm meslektaşlarımıza başsağlığı diliyoruz. Cenaze merasimi; 20.01.2017 Cuma günü saat 11:00’da İTÜ Taşkışla yerleşkesinde tören düzenlenecektir. Teşvikiye Camii’nde, öğle namazına müteakip cenaze namazı kılınarak, Edirne Kapı Şehitliğinde defnedilecektir
 


Bunları da beğenebilirsin